YILAN YILINDA MAO’NUN ÜLKESİ: ÇİN

22/06/2013 Cumartesi (İstanbul → Beijing/Pekin)

Sekiz ay öncesinden satın aldığımız Çin turumuzun zamanı geldi nihayet… Tüm günümüz hazırlık detayları ile geçti. Dün gece Uras uyuduktan sonra bavullarımızı hazırlamıştık. Bugün de son rötuşları yaptık. Uçağımız gece 00:35’de. Akşam saat 9’a doğru evden çıktık, metrobüsle Yenibosna’ya oradan taksi ile Atatürk Havalimanı’na… Biraz gerginiz. Uras’la hiç bu kadar uzun uçak yolculuğu yapmadık ve taa Çin’e gidiyoruz. Bakalım bizi neler bekliyor.

P1180739 P1180704 P1180635 P1170213 P1150985

Havalimanı kalabalık, çok fazla Arap geziniyor ortalıkta beyaz entarileriyle. Chek-in yaptırıp Kappa Tur görevlisinden tur programı ve Çin’e giriş-çıkışta doldurup vermemiz gereken formları hem de doldurulmuş şekilde teslim aldık, aferin Kappa’ya… 🙂 Bu arada Uras şimdiden bağımsızlığını ilan edip arabasını boş alanda sürmeye başlıyor. Önden görenler şaşkınlık hatta abartırsak dehşet ifadesi ile bakıyor çünkü arabayı arkadan iten bizim cüce hiç görünmüyor ve araba sanki kendi kendine gidiyor. Mecburen bizimkini kapıp arabasına oturtuyoruz, kıyamet kopuyor tabi…

Pasaport kuyruğuna giriyoruz ama bizimkinin sesi gittikçe daha da artıyor. Herkes kendince akıllar veriyor, kimisi siz öne geçin falan diyor ama demeyenlerin de önüne geçmemek için bekliyoruz. Neyse ikinci kontrole gelmeden uyuyor bizim küçük adam. Sonunda İş Bankası lounge’ındayız. Ben bir bardak Baileys içene kadar Hamit üç bardağı götürmüş… Bilmesem uçaktan korkuyor diyeceğim… 🙂

Uçağa binerken Uras uyandı… Önceden talep etmemize rağmen pusetten yararlanamadık, en öndeki birkaç koltuğa takılabiliyor sadece. Zaten puset için 11 kg. sınırı varmış, bizim minik dana 13 kg. Girişte durumu anlattığımız başhostes uçağın dolu olduğunu, sadece bir ya da iki yerin boş olduğunu ve o yerler dolmazsa yardımcı olacağını söyledi. Uçak kapılarını kapatır kapatmaz da bir host yanımıza gelerek boş koltuk numarasını söyledi ve birimizin oraya geçebileceğini belirtti. Yanımızda Çinli genç bir çocuk var. Ona anlatmaya çalıştık ama onun İngilizcesi bizden de beter, hiç anlamadı. Hamit çocuğa gel gel diye işaret etti ve boş koltuğun yanına götürüp işaretlerle “burası benim yerim, sen burada oturur musun?” deyince çocuk “oo, ok ok” dedi ve böylece Uras’ı ortamızdaki koltuğa yatırıp 10 saatlik şahane yolculuğumuza başladık.

Uras’tan sonra ben de uyudum, yemek servisinde uyandım, ızgara köfte fena değil… Uçağa bindiğimizde koltuklarımızda bulunan metal kutuların içinde kulak tıpası, göz bandı, dudak kremi, çorap, terlik falan var. Ben ilgilenmedim ama multi-media seçenekleri de iyi ve Hamit epeyce film izliyor. Gayet konforlu sürüyor yolculuk…

23/06/2013 Pazar (Birinci gün) Pekin (Beijing Liaoning International Hotel)

Saat 7 gibi Uras uyandı. Kahvaltı servisi de başlamıştı… O da bizimle birlikte birşeyler yedi. Sonra biraz huysuzlandı, o arada bir koku da gelince kaka yaptığını düşünerek bebek bakım masası da olan tuvalete götürdük. Fakat tuvalete bir kişi zor sığdığı gibi portatif masaya da Uras zor sığıyor bile denemez. Neyse ikisi içeriden ikisi dışarıdan (Hamit’inkiler) dört elle zar zor değiştirdik altını ama kaka yapmamış… Yerimize oturduktan 15 dakika sonra asıl koku neymiş gördük. Bu kez gerçekten yaptı bizimki ama bir daha o saçma tuvalete gitmeden kendi koltuğumuzda yaptık operasyonu.

Türkiye saati ile sabah 9:00’da (yerel saat 14:00) havaalanına indik. Çinli görevliler gelmediği için 15 dakika kadar kapılar açılmadı. Sonrasında boşaldı uçak ve uzun pasaport kuyruklarından görece en kısasına girdik. Tabi ki en uyuz görevli bizimki. Diğer kuyruklarda aynı hizada beklemeye başladıklarımız çoktan çıkıp gittiler, bizim sıramız gelemedi bir türlü. Sıra gelince neden bu kadar yavaş ilerlediğinizi anlıyorsunuz hemen, Çin’in en suratsız insanı olan kadın, bir pasaporta bir sahibinin yüzüne bakıyor ve bu işlemi 5-10 kez tekrarlıyor. Sanırsınız girişi bilgisayara değil beynine yapıyor ve on sene sonra görse hatırlayacak şekilde hafızasına kaydediyor. Neyse geçtik sonunda ve önceden rehberimizin ve Kappa Tur’un verdiği bilgi gereği bir kat aşağı inip bagajları almak için bir trene bindik. Tek istasyonluk bir yolculuktan sonra bavullarımıza kavuştuk ama uçağa binerken verdiğimiz Uras’ın arabası yok ortada… Hamit onu sormak için görevli birini buluyor, görevli yürüyen bandın baş kısmında yere çizilmiş sarı bir kare ile işaretlenmiş “limit dışı bagaj bekleme noktası”nı gösteriyor. Orada beklerken köpekli polisler köpeğin çantasını koklaması ile onun çantasını açtırıyorlar ve yasak olduğunu söyledikleri elmaları alıyorlar, neyse ki muzları görmüyorlar çünkü muz Uras’ın cankurtaran gıdası… 🙂 Aynı görevliler, ortada kimse kalmadığı için tüm kalanlara sarmış olacaklar ki ardından bana da geliyorlar ama bende birşey bulamıyorlar. Birazdan bir görevli elinde kapalı haldeki çocuk arabasını getirip “bu mu?”diye işaret ediyor Hamit’e ve 15:15 gibi dışarı çıkarak rehberimiz Can Yolaç’la buluşup grup halinde otelimize doğru yola koyuluyoruz.Hava açık ve sıcak, sıcaklık bir yana Pekin’de her zaman böyle açık olmazmış hava, kirlilikten dolayı genelde puslu olurmuş. İki yanı ağaçlı, geniş bir yol, trafik yoğun, üstelik bugün Pazar…

Saat 16:00 gibi otelimizdeyiz, büyük ve güzel bir otel. Lobide Uras koşturup uçakta atamadığı enerjiyi atıyor. Ardından odamıza çıkıp biraz dinlenip bavullarımızı açıyoruz. Bir saat sonra yemek için aşağı iniyoruz. Grubumuz 25 kişi ve bırakın bu turu, rehberimizin …… turu ve şu ana dek gelen en küçük gezgin Uras… Can Bey sürekli ilgileniyor ve bir ihtiyacımız olup olmadığını soruyor.

Otellerde sadece kahvaltıları ediyoruz, öğlen ve akşam yemekleri değişik restoranlarda veriliyor. Bir binanın üst katındaki restoranın girişi oldukça şık. Bu ve bundan sonraki tüm yemeklerdeki konseptle ilk kez burada tanışıyoruz: Sekizer kişilik servis açılmış yuvarlak masalar, masanın ortasında daha küçük bir yuvarlak cam var ve dönebiliyor. Herkesin önünde küçük bir tabak, iki çubuk, bunları kullanamayanlar için çatal, çorba için porselen kase ve yine porselenden derin bir kaşık , bardak, yeşil çay için de fincan. Genelde bir sürahide sıcak yeşil çay oluyor, isteyen yemekten önce önündeki fincana koyup şekersiz çayını içiyor, hiç benlik değil. Ortadaki döner tablaya yemekler birer ikişer servis ediliyor. Tablayı (kural mıdır bilmiyorum ama genelde saat yönünde) çevirip istediğiniz yemeği önünüze denk getirip tabağınıza istediğiniz kadar alıyorsunuz. Önce pilav geliyor. Pilav? Haşlanmış tuzsuz pirinç mi demeli? Çin mutfağında ekmek diye birşey yok ve bu lapa genelde ekmek niyetine geliyor. Onu çeşitli sos ve diğer yemeklerle süsleyip öyle yiyorlar… Tavuklu, etli ve ille de bol soslu, genelde tatlı yemekler birer ikişer geliyor tablanın üstüne… Sarımsaklı börülceyi beğendim. Biz çubukları bir iki denemenin ardından bırakıp çatala yatay geçiş yapıyoruz. Tabaklar pasta tabağı boyutunda. Çorba çoğunlukla yemeğin sonunda geliyor. Buradaki çorba jölenin sulandırılmışı gibi, biz beğenmedik ama grubun genelde hoşuna gitti. Çin mutfağında sanırım tatlı diye birşey yok, belki de yemekler ondan genelde tatlımsı, yemeğin sonunda kavun ve karpuz geldi.. Bir de yemeklerimize bir bardak bira ya da meşrubat dahil… Uras yemek boyunca uyudu.

İlk Çin yemeği maceramızı atlattıktan sonra ekstra tur olarak food market ve olimpiyat stadı turu var ama hem Uras hem de biz çok yorgunuz.  Food marketi çok görmek istememize rağmen gözümüz yemiyor, sonra gidebiliriz belki diyoruz ama sonrasında da gerek yağmur gerekse yoğun program izin vermiyor bu yılan, çiyan, akrep kızartmalarının satıldığı yere gitmemize. Can Bey’in söylediğine göre bunlar gerçekte halk tarafından tüketilmiyor, turistik olarak sergileniyor ve sadece gençlerin iddialarına konu oluyorlar, yersin-yiyemezsin şeklinde… Grubun çoğunluğu tura giderken biz odamıza çekilip uyumayı tercih ediyoruz.

Uyku? Bizim gözlerimiz kapanıyor ama Uras cin gibi… Türkiye ile 5 saat fark var ve biz akşam yemeğimizi yerken Uras Türkiye saatiyle öğlen uykusunu uyudu, nasıl azıyor, azgın kara sinekler gibi odada bir o tarafa koşuyor bir bu tarafa… Kuduruyor, bağırıyor, çağırıyor, buz kabının ağzını açık kapıyor, odanın altını üstüne getiriyor. Saat 9, biz Hamit’le acınası bakışlarla izliyoruz olayı… En sonunda direncimiz kırılıyor ve 10:30’da doktorumuzun bu tip durumlar ama özellikle uçaktaki azma ihtimaline karşı önerisiyle yanımıza aldığımız Atarax’dan küçük bir ölçü içiriyoruz. 11:30’da Uras, ardından da biz uykuya dalıyoruz.

24/06/2013 Pazartesi (İkinci gün) Pekin

Saat 7:00’de uyandırıldık. Hazırlanıp kahvaltıya indik. Kahvaltı fena değil, hatta oldukça iyi… Çeşitli ekmekler, kruvasanlar, kek çörek çeşitleri, yumurta ve meyve var… En zayıf nokta peynir, bazı otellerde tek çeşit var, bazılarında o bile yok.. Burada üçgen peynirlerden var sadece… Uras’a omlet yedirdik, biz de diğerlerinden yedik ve her ihtimale karşı yanımıza da birşeyler aldık… Karpuz kahvaltının da vazgeçilmez öğesi.. Tabi Uras’ın da… Kahvaltı sonrasında yine ortalıkta koşturuyor, çiçeklerin yanına gidip “titi” diye hepsini tek tek tanıyor. 8:30 gibi otobüsteyiz. Hava kapalı ama sıcak. Bugün Çin Seddi’ne gidiyoruz.

Çin Seddi’ne giderken yolda Çin usulü bir sağlık merkezine uğruyoruz. Çin’e özgü krem ve ilaçları satmak için şova benzer bir tanıtım yapılıyor. Bu tür satış noktalarına uğramak şartıyla belli indirimler alınıyor anladığımız kadarıyla, bunlara uğramadan turu yapmaya kalkarsanız çok daha pahalıya mal oluyor… Bizi grup olarak sınıf gibi bir odaya alıyorlar, dizili sandalyelere yerleşiyoruz. Can Bey’in özellikle istediği ve komik bulduğu Çinli gelip önce en önemsedikleri ürün olan ve en çok yanık tedavisinde kullanılan mucize merhemi tanıtan şovuna başlıyor. Şovun en başında demir bir zinciri yaktığı ocağın üstüne ısınması için koyuyor… Sıra ile o ve diğer krem ve ilaçları tanıtıyor, gerçekten komik bir adam… O arada Uras da zincir gibi ısınmakta… Arkada duran görevli kızın verdiği ıvır zıvırlarla oyalanıyor. Çin turunda klasikleşen (genelde otobüse biner binmez) “memeee, meemeeee” haykırmasını gerçekleştirdikten sonra kucağımdan inmiyor ve beni de oturtmuyor. O arada zincir de iyice kızmış durumda. Şovmen Çinli zinciri alıyor ve çıplak eliyle kızan kısmı yavaşça avuçluyor. Coss diye bir ses, duman ve yanık kokusu… Sonra yanık bölgeye mucize kremi sürüyor. Aslında tam iyileşme için yarım saat gerekliymiş ama bizim çok zamanımız olmadığı için 10-15 dakika sonraki halini gösteriyor, hemen hemen hiç iz yok… Bu gösteride fotoğraf makinesi ve kamera ile çekim yapmak yasak… Muhtemelen insan hakları konusunda sorun çıkmaması içindir bu önlem… Çok üzücü bir durum, üç kuruşluk krem satılacak diye adamcağız o acıya maruz kalıyor. Kesinlikle insanlık dışı…

En sonunda Uras’ı daha fazla zaptedemeyerek dışarı çıkıyoruz. Biz dışarıda oyalanırken tur ahalisi alış-verişlerini yapıp otobüse biniyor. Uras otobüse biner binmez yine klasik “memeeee” çığlıklarını atıp sonrasında uykuya daldı… Bir süre sonra Çin Seddi’nin Pekin’e en yakın gezi bölgesine ulaştık. Burası Pekin’e 40-45 kilometre kadarmış. Ama burada ne çıkmak için teleferik ne de inmek için muhteşem görüntülerini izlediğimiz kızaklar yok. Onlar biraz daha uzak (65 km.) başka bir bölgede mevcutmuş ama teleferik için bir saat kadar kuyruk bekleniyormuş… Uzaklık ve bekleme programı aksatacağı için buraya geliyormuş bizim tur… Keşke oraya gitseydik…

P1150697 P1150755 P1150800 P1150801

Minik kuzu uyanmak zorunda çünkü Hamit onu kanguru ile taşıyacak, ıvır zıvırları da sırt çantasında. Hava oldukça puslu, fotoğraflar çok da istediğimiz gibi olamayacak… Araçların girebildiği bölgede tişört, magnet vs. hediyelik eşyaların ve yiyecek içeceklerin satıldığı tezgahların arasından geçip başlıyoruz surların iç kısmındaki merdivenleri tırmanmaya… Belli aralıklarla nöbetçi noktası gibi bölümler var, her bir bölüme geldiğinizde uçsuz bucaksız sonraki bölümler çıkıyor karşınıza… İlk bölüm çok kalabalık… Yukarılara tırmandıkça kalabalık azalıyor… Turdakiler bizim, biz onların fotoğraflarını çeke çeke ilerliyoruz. Fotoğraf makinesi de kamera da genelde bende… Sonradan baktığımızda görüyoruz ki Hamit’in tüm fotoğraflarda ağzı açık, nefes nefese kaldığından herhalde… 🙂 İlerledikçe turdakiler de “siz bu halde çıkıyorsanız biz de çıkalım” diye geliyorlar… Bir noktadan sonra sonu olmadığını anlayıp geri dönmeye karar veriyorsunuz zaten… Biz de inişe geçtik ama iniş çıkıştan da zor oluyor. İlkokuldan beri duyduğumuz bir yerde olmak çok güzel tabi ama beklediğim kadar görkemli değil… Yüksekliği 6-8 metre, çevresindeki doğal yükseklikleri de gözönüne alınca öyle haşmetli bir görüntü yok… Dağ tepe aşarak binlerce kilometrelik seti, hem de o zamanın koşullarında yapmak tabi ki inanılmaz birşey ama beklentiyi fazla yüksek tutmuşuz ki biraz hayal kırıklığı yaşadık. Barbar (o da biz oluyoruz) akınlarına karşı binlerce kilometre duvar, ama boyu 6-8 metre, cücük. 🙂 Uzaydan görünen insan eliyle yapılmış tek yapı olduğu masalı yalanlanalı da çok oldu zaten…

P1150811 P1150843 P1150850 P1150874 P1150877 P1150856P1150920

İnişi tamamladıktan sonra hediyelik eşya satılan tezgahlara bakıyoruz. İngilizce olarak “Çin seddine tırmandım” yazan tişörtlerden alıyoruz Uras’a uzun pazarlıklar sonucu 40 Yuan’a… 1 TL 3.23 Yuan, yani tişört yaklaşık 12 TL. Normalde Çin’de bu tür yerlerde inanılmaz pazarlıklar dönüyor, etiket yoksa pazarlık serbest gibi bir durum var ve söylenen rakamın onda birinden falan başlanıyor… Ama buradaki kadın Çin’li mi değil nedir, çok az indirdi, pazarlığa da devam etmiyor, kesip atıyor… Grubun eksiklerini beklerken Can Bey Uras’ın fotoğraflarını çekiyor ve Çin’in Facebook’u dediği bir siteye yüklüyor. Çin’de Facebook engelli ve onun yerine kendileri bir site kurmuşlar onu kullanıyorlar. Çin Seddi üstünde kanguruda pek huysuzlanmayan Uras acısını aşağıda çıkartıyor ve bir oraya koşuyor bir buraya, yakalayabilirsen yakala…

Tekrar doluştuk otobüse ve öğlen yemeği yiyeceğimiz restorana doğru yola koyulduk. Gelen pilav müsveddesini çorbayla soslandırıp Uras’a yediriyoruz. Karpuz servisi yapılınca da hepsini bırakıyor sadece karpuz yiyor. Yemekten sonra Yazlık Saray’a gidiyoruz. Kocaman bir bahçe içinde ve yapay bir göl kıyısındaki sarayı gölde yüzen ejderha modeli teknelerle izliyoruz. Açılır açılmaz altı kişilik kadınlar grubundan bir teyzemiz başlıyor ağdalı bir Türk Sanat Müziği parçasına… Tamam sesi idare eder, belki eğitim falan da almıştır da öyle ağır şarkıları bir de öyle nağmeli söylüyor ki, Çin’de, Yazlık Saray bahçesindeki yapay gölde, ejderha kafalı bir teknede, çok absürt bir durum…

P1150960 P1150985 P1150995 P1160020

Tekne bizi bir yerde bıraktı. Orada yarım saatlik gezinti ve fotoğraf molası… Etrafta fazla ilginç birşey yok. Uras da arabasından indi ve o da yürüyüşe katıldı. Gezi yazılarında okuduğumuz pantolonun ağı tamamen açık (tuvalet kolaylığı için) çocuklardan ilkini de burada görüyoruz. Uras’tan biraz daha büyük bir çocuk, pipi-popo açık şekilde dolanıyor… Uras da çocuğu pek seviyor, buluşma saati geldiğinde yaka paça zor götürdük, kıyameti kopardı… Bu arada parkta Uras’a inanılmaz bir ilgi var, çekik gözlü olmayan büyüklere alışmışlar da bebek pek görmemişler anlaşılan, herkes birbirine gösterip fotoğrafların çekiyor… Beklerken Uras’a yoğurt aldık, tatlımsı ve daha sulu, kamışla içiliyor. Uras epey bir kısmını içtikten sonra kalanını da biz içiyoruz. Buluşunca serbest zamanda gördüğümüz koridoru gösteriyor Can Bey, üstü çardak gibi kapalı 750 metrelik bir yol, yağmurlu havalarda hanedan rahatça yürüyüşünü yapsın diye yapılmış. Aslında gerçek yazlık saray başka bir yerdeymiş ama savaş sırasında çok büyük hasar görünce burayı inşa edip eskisini de olduğu gibi bırakmışlar. Bu arada Hamit yoğurt kabını götürüp depozitosunu almak için ayrılıyor, grup diğer taraftan hareket ediyor, Hamit şaşkın şaşkın aranırken ben seslenince koşarak geliyor ve gruba yetişiyoruz.

Bugünkü son durağımız da inci satış mağazası. Can Bey “orada bakın ama Shangay’dan alırsınız, daha uygun” diyor. Önce uzun uzun inci hakkında bilgi veriliyor. Beyaz, siyah, pembe, gümüş, krem, yeşil gibi renklerde olabilirmiş. Gerçek inciyi birbirine sürtüp ele sürünce tozu çıkar ama kendisi zedelenmezmiş. En makbulü yuvarlağa en yakın düzgün şekillilermiş. İnci kremlerini de tanıtıyorlar, turun hatunları inci kremine çok ilgi gösteriyorlar… İnci alan oldu mu bilemiyoruz çünkü biz Uras’la turalıyorduk. Ardından 100 Yuan’lık ve bir alana bir bedava bileklikler gösterdiler. Hemen hemen tüm kadınlar aldı. Tabi ben de… Ama üç tane alan biriyle birlikte dördüncüyü aldım ve 50 Yuan’la kurtardık. 🙂

İnciciden sonra akşam yemeği için bir binanın üçüncü katında ve aynı tarzda bir restorana gittik. Niyetimiz yemekten sonra dün kaçırdığımız food marketin olduğu Van Puching’e gitmek. Ama maalesef yağmur iyice şiddetini artırdı. Kös kös otele dönmek zorunda kaldık. Odada biraz zaman geçirdik, neyse ki Uras dünkü performansı sergilemedi de normal bir saatte uyuyabildik.

25/06/2013 Salı (Üçüncü gün) Pekin

Sabah yine kahvaltıda Uras’ı zaptetmek zor, yemek mi yiyoruz dayak mı belli değil! Omlet yedi beyefendi. Sonrasında harekete kadar otelin lobisindeki geniş alanda koşturup durdu… Otobüs adet olduğu üzere zamanında kalkamıyor, bekle ki tamamlansın grup. Hava yine kapalı. Can Bey’in dün yaptığı uyarı ile odalarda bulunan şemsiyeleri hemen hemen herkes yanına almış. İlk durağımız Çin’in bir başka vazgeçilmez ürünü olan ipek alışverişi için bir imalathane. Tabi alışveriş öncesi ipeğin nasıl elde edildiğini, elde edilen ipekten nasıl yorgan ve başka ürünler yapıldığını gösterdikleri bir şov var. Kavanozların içinde ipek böceğinin tüm yaşam evrelerini gösteren durumları var. Kozaların kaynar suya atılıp katledilen böcekçiklerin içinde bulunduğu kozadan çıkan küçücük ipek her tarafından bir anda kadınlar tarafından çekiştirilerek bir yorgan büyüklüğüne gelirken incecik bir katman oluşuyor. Onun gibi yüze yakın katman üstüste konulduğunda da inanılmaz hafif bir yorgan oluyor. İddiaya göre yazın serin kışın sıcak tutuyormuş. Kışa diyeceğim yok da yazın serin tutması için yorganın altına klima koymak lazım, tamam dışarıdaki sıcağı içeri geçirmesin de vücut sıcaklığını ne yapıyor acaba! 🙂

Grup burada pik yaptı, yorgan almayan bir tek biz varız herhalde… İpek nevresimler acayip pahalı, öyle ki ipek nevresim alana yorgan hediye ediyor mağaza… Yorganın fiyatı 700 Yuan, 220 TL falan işte… Pahalı sayılmaz belki de buradan taşımaya değeceğini düşünmüyoruz. Biz Uras sayesinde yarı içeride yarı dışarıda zaman geçiriyoruz. Onca zaman geçti, hala yorgandan çıkamadık ki üst kattaki tekstil bölümüne sıra gelsin. Çin’de zemin kat yok zaten, yani pratik olarak tabi ki var da onlar 1. kat olarak adlandırıyorlar zemini… Uras hiç bırakmıyor ki giysilere biraz bakayım… Can Bey’e “daha ne kadar buradayız?” diye soruyorum, insanların alışverişine bağlıymış. Sitem ediyorum “yok kremdi, yok inciydi, ipekti derken alışverişten başımızı alamıyoruz ki şehri gezelim” diye.. “Haklısınız ama buralara gitmek zorundayız, yoksa tur fiyatları ikiye katlanıyor” dedi. Çin’li yetkililer bunları şart koşuyorlarmış. Hamit de müdahil oluyor tabi konuya, “tamam gidilsin ama bir süre konsun, yoksa kimse kendi kendine çıkmıyor ki” diye… İşin garibi bizden başka itirazı olan yok gibi, bir tek Tülay ve Cihan adlı bir çift var, onlar da çok memnun değil bu kadar zaman kaybından ve bizim gibi ipek yorgan da almamışlar. Tülay’da öğretmen, Ankara’da, bizim kafada, gezmeyi çok seviyorlar ve gidecekleri yere iyice çalışıp gidiyorlar… 🙂 Ama fazla iddialı, anlatımlarda rehberden önce söylemeye çalışıyor her ayrıntıyı… 🙂

Neyse sonunda millet ellerinde paketli, vakumlu birer ikişer yorganla geliyor istemeye istemeye… Beklerken Can Bey’e buraya kadar geldik, pekin ördeği yemeden döneceğiz, bari bir yer önerin de kendimiz yiyelim” demiştik. Biraz kem küm etti, yerel rehber Michael’a soralım, bir yer önerir dedi. Bu arada Çin’de herkese daha okul yıllarında İngilizce öğretmenleri bir de İngilizce isim verirmiş ileride batılılarla iş yaparsa kolaylık olsun diye. Michael’ın da sekiz aylık bir oğlu varmış, telefonundan fotoğraflarını gösterdi, Uras’a da gösterdi tabi, bizimki de “bebek, bebek” diye telefondaki resmi öptü… 🙂 İpekçinin tam yanında bir restoran var, pekin ördeği de yapıyormuş, akşamüstü tekrar bu bölgeye geleceğiz, burada yiyebilirsiniz diyor Can Bey…

İpek muhabbetini atlattıktan sonra dünyanın en büyük meydanı olan Tianenmen Meydanı’ndayız. Burası geceleri girişe kapatılan bir yermiş, çünkü meydanda Mao Zedong’un mazolesi var, aynen Lenin gibi o da mumyalanmış. Sabahtan öğlene kadar ziyaret edilebiliyor. Üzerinizde hiçbir eşya (çanta, telefon, fotoğraf makinesi, video kamera vs…) olmadan, kuyruk halinde ve hiç durmadan, tıpkı Lenin’in mazolesinde olduğu gibi bir taraftan girip mazolenin etrafından dolaşıp diğer taraftan çıkıyorsunuz. Che ve Lenin’den sonra Mao’yu da görüp Kutsal Üçleme yapmak istiyoruz ama biz ipekçiden kurtulup gelene kadar saat olmuş 11:30… Sabahın erken saatlerinden itibaren çok fazla kuyruk oluyormuş. Koca meydan insan kaynıyor zaten. Pekin’de turist çok ama çoğu yerli turist… Meydanda otura kalka fotoğraflar çekiyor, çektiriyoruz. Uras burada da pek gözde… Elindeki bisküviden bisküvi unu elde etme çalışmaları yapıyor… Askerlerin durduğu yerde nöbet değişimi oluyor, onu izliyoruz. Sonra grup olarak toplanıp fotoğraf çektirelim diyor Can Bey… Michael alıyor Can Bey’in makinesini… Hamit hemen bizim makineyi de tutuşturuyor eline… Ardından neredeyse tüm gruptakiler veriyor makineyi… Michael başlıyor sırayla çekmeye… Bu arada Çinliler önce durumu izlerken sonra onlar da başlıyor fotoğraf çekmeye… Bazıları yanımıza geliyor makinelerini arkadaşlarına verip… Olay gittikçe absürtleşiyor… 🙂 Tekrar dağılıp bireysel fotoğraf olayına devam ediyoruz. Bu meydanda 1989 yılındaki protestolarda ünlü Tank Adam olayında tanklar kimseyi ezmemiş. Askerler halkın üstüne sürüleceği zaman da Çinli Çinli’yi vurmaz diyerek Tibet ve Sincan gibi bölgelerden gelen askerler gönderilmiş halkın üzerine…

“4 Haziran 1989 günü Halkın Ordusu, Tiananmen’de gösteri yapan öğrencilerin üzerine yürüdü ve Çin Kızıl Haçı’nın verdiği rakamlara göre 2.600 kişiyi öldürdü (Çin Kızıl Haçı’nın verdiği rakamlara, Çin ordusu tarafından gizlice gömülenler veya akıbetleri hiçbir zaman öğrenilemeyen kişiler dahil değildi). Başka kaynaklar ise ölü sayısının 7 bin ile 20 bin arasında değiştiğini tahmin etmekteydiler. Olaylar sırasında 7 binden fazla kişi yaralandı. 40 bin kişi tutuklandı (daha sonra bunların bir çoğu da halkın gözü önünde idam edildi).”

P1160071 P1160096 P1160107 P1160110 P1160156 P1160201 P1160229 P1160235

Bir Çinli ve çocuğuyla birlikte fotoğraf çektiriyoruz. Kafayı kaldırıyoruz ki grup yok… Saniyede nereye uçtu 23+2 kişi? Paniklemek üzereyken Michael’ı görüyoruz bize doğru sakince gelen… Grup karşıya geçip Yasak Şehir’e girmek üzere göremediğimiz alt geçide girmiş, bizi de oraya yönlendiriyor Superman Michael… 🙂 Alt geçitten çıkar çıkmaz Yasak Şehir’in giriş kapısı önümüzde, kapının üstünde de Mao Zedong’un fotoğrafı var. Minik bir fotoğraf molası, herkesin aklında “Son İmparator” filmi… Burası gerçekten çok etkileyici bir yer. 9999 odalı dev bir alan. Kimi yerinde mola veriyoruz, kimi yerinde fotoğraf çekiyoruz, bazı yerlerde de Can Bey grubu toplayıp anlatımlarını yapıyor. Uras’ı arabasından indirir indirmez gideceğimiz yönün tersine doğru koşuyor. Tahtın olduğu bölüme gireceğiz ama Uras’ın naletliği üzerinde… İmdadımıza Nalan yetişiyor, anestezi uzmanı zaten, anında sakinleştiriyor bizimkini.. Acayip iyi anlaşıyorlar ne hikmetse…

P1160251 P1160259 P1160279 P1160302 SANY0163 P1160304 P1160314 P1160318 P1160361 P1160400  P1160452 P1160415

Bir yerde dinlenirken Can Bey’den süper bir öneri geliyor. Yemek araları çok yakın, bu öğlen yemeğini atlayalım ve herkes birşeylerle geçiştirsin, akşam yemeğiyle maliyeti birleştirip akşam ipekçinin oradaki restoranda pekin ördeği yemek… Heyooooo… Grupta itiraz olmadı hatta alkışlarla karşılandı… En çok da biz sevindirik olduk… 🙂

Yasak Şehir turunun sonunda saray behçelerini görüp çıktık. Çıktığımız yerin karşısında bir tepe var, Pekin genelde çok düz bir şehir. Yasak Şehir’in etrafındaki su kanalı yapılırken çıkan toprak o bölgeye yığılıp yapay bir tepe oluşturulmuş. Otobüse kadar kanal kenarından yürüyoruz. Bu bölge adeta bir dilenci cenneti. Belli aralıklarla çeşitli engellerin sergileyen Çinli dilenciler yerleşmiş. Dilenme şekilleri de ilginç, ellerinde bir mikrofon, ya şarkı söylüyor ya play back yapıyorlar. Otobüse bindik. Yeni durağımız Hutong. Yani klasik eski Çin mahallesi olduğu bölge… Hutong’ların sayısı oldukça azalmış. 15 Euro’luk ekstra tur kapsamında Hutong’un içinde “bisikletli tuktuk”la gezeceğiz. Bu tuktuklara sadece bu bölgede izin veriyormuş devlet. Uras’ı da kucağımıza alarak kurulduk bir tuktuk’a… Öyle ilgi çekici Çin mimarisine sahip evler falan yok ortalıkta, bir ya da iki katlı gecekonduya benzer fakir evlerin olduğu bir mahalle… Etrafta bolca umumi tuvalet var. Evlerin birçoğunda tuvalet yokmuş çünkü… Bu arada Çin’deki tuvaletlerden sözetmeliyim. Alaturka tuvalet yaygın. Umumi tuvaletlerin çoğu alaturka ama aynı anda birkaçı da alafranga olabiliyor genellikle. Kapıların üstüne şekillerle alaturka mı alafranga mı olduğunu belirtmişler.

Bir yerde durup bir kapı önünde toplandık. Kapıların üzerindeki statü göstergesi olan yapı ve işaretleri anlattı tuktuk’ları bisikletiyle takip eden kız… Tekrar tuktuk’a binip bu kez başka bir evin önünde durduk. Sokaklar dar ve karşıdan gelen araçlarla dönüşümlü geçiş yapılıyor. Evlerin önünde ve pencerelerde elbise askısıyla asılı çamaşırlar var. İç çamaşırları bile askıda… Sanırım ütü derdini azaltmak için… Bir de park eden araçların bazılarının tekerleklerinin önüne karton, mukavva ya da tahtadan perde yapmışlar, herhalde çamur sıçrayıp kirlenmesin diye… Neyse, bahçeden  çiçek saksılarıyla dolu avluya oradan da üç tarafındaki odalardan birine geçtik. Ev sahibi bize ev, yaşayan aile ve mahalle hakkında bilgiler veriyor ama tabi Uras’ın hiç mi hiç ilgisini çekmiyor bunlar. Mecburen dışarı çıktık, at sineği gibi oradan oraya savruluyor. Pis mi pis bir basket topu gördü üstüste atılmış eşyaların en üstünde… Tutturdu ille alıp oynayacak. Sağa sola atıyor. İki top daha var, onları da istiyor, izin vermeyince kıyamet kopuyor. Topla oynarken bahçedeki çiçeklere de zarar veriyor ne kadar engellemeye çalışsak da…

P1160481

P1160526 P1160527

Bu arada eve bir baba ve 10-11 yaşlarındaki oğlu giriyor. Onlar da Türkiye’den 6 günlüğüne gelmişler ama kendileri geziyor ve sadece Pekin’de kalacaklar. Çıkarken gördük ki anne de dışarıda tuktuk’da bekliyor, evi merak etmemiş demek ki… Biz aldığımız yarım yamalak bilgiyle yetinip yeniden tuktuk’a binerek tura katılmayanların olduğu yere gidiyoruz. Minik bir meydan var burada… Birkaç küçük masa etrafında oturmuş Çinliler dama ve benzeri oyunlar oynuyorlar. Etraflarında da bizde kahvelerde olduğu gibi yancılar izliyor! Hemen ileride 5-6 kişilik yine kadın-erkek karışık bir grup daire olmuş badminton topuna benzer bir şeyle el ve ayak kullanarak voleybola benzeyen bir oyun oynuyor…

Bu fasıl da bittikten sonra otobüse binerek sabah gittiğimiz ipekçiye çok yakın bir yerdeki fake market’e gidiyoruz. Hava yine yağmurlu. 4-5 katlı marketi gezmek ve alış-veriş için iki saatimiz var. Girdiğimiz ilk kat elektronik tezgahları daha doğrusu standlarıyla dolu. Hiç aklımızda yokken bir tezgahta video kameraya ve Hamit’in Nokia telefonuna pil alıyoruz. Fiyat sorunca direkt hesap makinesi çıkıyor ve anormal bir fiyat yazılıyor. Klasik oluyor ama doğal bir tepki ile “ooooo, very expensive” diye pazarlığa başlamadan gitmek istiyorsunuz ama hemen kolunuzdan tutup makineyi veriyorlar elinize, sen yaz fiyatını diye… Onda biri gibi bir fiyat yazıyorsunuz. Sonrasında o yavaş yavaş iniyor, siz ağır ağır çıkıyorsunuz o merdivenleri ve bir yerde buluşursanız satış gerçekleşiyor… Genelde almak istediğiniz bir ürünse buluşma da oluyor zaten…

Yukarıya doğru gezmeye devam ediyoruz, bir katta deri çanta, cüzdan, spor ayakkabı vs. satılıyor. Fiyat sormadan göz ucuyla bile baksanız fena yapışıyorlar. Yine uçuk bir fiyat söylüyorlar ama buna siz yanaşmadığınız için uzaklaşmak üzere adım atar atmaz yarıya düşüveriyorlar. Bir çantaya bakayım dedim yakamı zor kurtardım. Diğer katlarda ipek şallar, gecelikler, tişörtler, bizim bir milyoncularda (artık bir tl’ci) satılan uyduruk çantalar, biblolar vs. satılıyor. Aslında farklı birşey yok. Dünyaya hediyelik hatıra eşyasını yapıyorlar ama kendi hatıra eşyaları, magnetler ve kar küreleri çok zayıf. Pandalı bir kar küresi aldık. Magnet seçemedik henüz. Bir katta da gözlük ve saatçiler var. Uras’a 15 Yuan’a bir saat aldık, düğmesine basınca duvara miki-fare resmi yansıtıyor. 🙂 Uras yine huysuz modda. Önceleri sessizdi aslında, sonra sıkılmaya ve huzursuzlanmaya başlayınca arabadan indirdik, anında kafasına göre o yana bu yana koşturmaya başladı. Arabaya oturtunca da kıyameti kopartıyor. Satıcılar da çocukları kullanıp satış yapmak için eline birşeyler tutuşturuyorlar, bırakmasın da almak zorunda kalın diye… Uras da uzatılanlara “ef ef” (Urasça’da al ve ver” diye uzanıyor Çinli satıcı kızlara, koptuk…

Sonunda fake çantalarda alıyorum bir tane uzun bir pazarlığın ardından… Karşılaştığımız grup elemanları yakın bir yerdeki oyuncak marketi tarif ediyorlar, oraya gidiyoruz. Buranın oyuncak versiyonu… Hem yağmur hem de saatin ilerlemesi nedeniyle çoğu kapalı ya da kapanmak üzere olan standlara bakarak ilk katı gezdik. Uras’a ksilofon ve mıknatıslı puzzle aldık. Öyle çok değişik ya da çok ucuz birşeyler yok… Tülaylar kızlarına koca bir Vinx kızının sonuncusunu almış, Nalanlar bulamamış, tur boyunca onu yürütmeye çalıştı… 🙂 Çıktığımızda yağmur da coşmuş…

Sabahki ipekçinin yanındaki restorana gidip ikinci kata çıkıyoruz. Bize yine üç masa ayırmışlar ama her masa ayrı küçük bir odada… Yine sırayla yemekler gelmeye başladı… Uras’ın menü klasik, içine birşeyler katılmış pilav ve karpuz. Ama yine çok gönüllü yemiyor, porselen kaşıkla, çatal ve çubuklarla oynuyor, yere atıyor, ıh ıııh diye yerden almamızı istiyor… Resimleri hareket ettirilen kitaplardan almıştık yanımıza, onlarla biraz oyalanıyor neyse ki…

Ve beklenen an, üzerinde çeşitli parçalara ayrılmış pekin ördeği ve lavaşa benzer ekmekler olan bir tezgahla aşçı ve lavaşları özenle hazırlayıp sırayla servis eden garson kız geliyor. İncecik lavaşların içine küçük parçalara ayrılmış eti koyup çeşitli soslar, bir iki yeşillik ve tuz koyup itina ile kapatıyor. İşlem uzadıkça sıra bekleyenlerin ağzı sulanıyor tabi… Zaten adam başı iki kez sıra geldi zar zor. Ama gerçekten harikaydı. Bu tadımlık oldu, kendimiz gelsek herhalde daha fazla yiyebilirdik. Nam nam nam, İsmail Abiiii… Hoooop.. 🙂

Hava ve Uras durumu kötü, bir de yorgunluk, Van Puccing (food market) yine yalan oldu… Ertesi gün uçağımız erken olduğu için 4:30’da kalkacağız zaten. Odaya geldik ki Uras tam kapasite azıyor. Çin reklamları da kesmiyor ki herifi…

26/06/2013 Çarşamba (Dördüncü gün) Pekin → Xi’an/Şian (Xian Jianguo Hotel)

Minik gezginimiz dahil sabahın 4:30’unda ayaktayız. Kutularda bizim için hazırlanmış kahvaltı kumanyalarını alıyoruz. İçinde sandviçler, birer muz, su var…  Sandviçlerimizi yedik, Uras da kemirdi biraz… 6:00’da otobüs havaalanına doğru yola çıkabildi. Biraz kuyruk bekledikten sonra bavulları teslim ettik. Çin’de uçaklara bagaja verdiğiniz bavullarda bile olsa çakmak ve kibrit almıyorlar… İsterse altın Zippo çakmağınız olsun, yakalarlarsa geçirmiyorlar, ya bırakacaksınız ya binmeyeceksiniz… Güvenlikten geçiyoruz. Bir suratsızlar ki o kadar olur. Uras’ı bile ıcık cıcık arıyorlar… Uras’ın mamasının olduğu kapalı kutuyu bile açtırıyorlar.

Sonunda uçağa binebildik. Uras’a da koltuk vermişler, oh ne güzel. Ama Uras kemer bağlatmamakta kararlı, bağladığımız anda, ne kadar gevşek olursa olsun kıyameti kopartıyor. Mecburen çözüyoruz. Sabahın bu saatinde yemek servisi başladı. Gelen kutunun içinde çok sıcak, pirinçler görünen, kahverengi-gri, sütlaç kıvamında bir yemek var, ucundan tadına bakıyoruz, yenecek gibi değil… Salata gibi bir kutu daha var, sonradan gruptan söylediklerine göre ki onlar da Çinli yolculardan görmüş, o sebze kutusunu yemeğin içine boca edip yiyorlarmış, o zaman fena olmuyormuş… Biz tamamen bıraktık. Bize göre yenebilecek tek şey rulo pastaya benzeyen tatlı… Onu yemeye başlıyoruz, tadı fena değil ama bir gariplik var… Birkaç lokma yedikten sonra Hamit “Sana da et tadı geliyor mu?” diye soruyor, “Evet!”… Bir bakıyoruz ki kremanın içinde minicik et parçaları var… Onu da bıraktık tabi caanım tatlı kremalı, etli rulo pastayı! 🙂

İki saate yakın sürdü uçuşumuz. Daha sessiz ve sakin bir şehir Xi’an. Hava çok sıcak ve nemli, Pekin bu konuda daha rahattı. İngilizce adı Colin olan bir kız karşılıyor bizi yerel rehber olarak. Ve buradaki otobüsümüz biraz daha küçük, daha da kötüsü tek önde kapısı var, hem kalabalığız hem de Uras’dan dolayı arkalarda oturmak istiyoruz ama iniş ve biniş çok zor olacak bu durumda… Buranın dünyada tanınmasını sağlayan Terracotta Askerlerini görmek üzere yola koyuluyoruz. Uzun yol boyunca Can Bey Terracotta Askerleri ile ilgili BBC’den kendisi çektiği bir belgeseli koyup izletiyor. İlginç tabi ama sabah 4:30’da kalkmışız, otobüs sallana sallana gidiyor, çoğunluk uyukluyor doğal olarak. Ben de Uras’ın uyumasından istifade, sonlarda uyumuşum.

Önce Terracotta askerlerinin imitasyonunu ve el yapımı pahalı Çin tarzı mobilyalar yapan bir atölyede duruyoruz. Girişte başsız Terracotta Askerlerinin arkasına geçip, kafamızı onların kafası yerine denk getirip fotoğraflar çektirmek için kuyruk oluyoruz. Uras’ın da böyle fotoğrafını çekmek istiyoruz ama hayrettir ki otobüsten inerken de arabasına koyarken de uyanmadı miniko… Atölyeyi geziyoruz, ilk bölümde yine Terracotta Askerleri var, onları anladık da, sonraki bölümlerdeki mobilyalar çok çirkin ve zevksiz. Gerçi çoğunluk beğeni nidalarıyla karşıladı gördüklerini ama bilemiyorum! 🙂

P1160570 P1160591 P1160596 P1160603

Neyse, zaman dolmak üzereyken biraz da bizim çabamızla uyandı bizimki, giriş kısmına gidip onu da Terracotta Askeri yaptık… Sonra da otobüse binip gerçek Terracotta Askerlerinin olduğu müze alanına ulaştık. Önce yemek yenecek. Oradaki restoranda da benzer menülerle yemeğimizi yedik. Değişik olarak noodle vardı hem de taze taze şovuyla birlikte yapıyorlar… Uras da burada farklı olarak makarna yedi. Yemek sonrası Uras önce masaların arasında dolaşmaya başladı… Sonra da kirli halıda takla atmaya… Bizden de Çinlilerden de birçok kişi fotoğrafını ve video görüntüsünü çekiyor, bizimki de coştukça coşuyor. Her takladan sonra da sırtüstü vaziyette alkış yaparak alkışlatıyor kendini haspa…

Askerlerin olduğu bölüme uzunca bir yol var, giderken golf arabalarının büyüğü şeklindeki araçlarla gideceğiz, dönerken de yürünecek. Golf arabalarının ücretini yerel rehber sonradan toplayacak ve Uras’a da bizimle aynı parayı alıyorlar, oha falan oluyoruz. Askerlerin olduğu kapalı bölüme giriyoruz. Gerçekten çok etkileyici. Qin Shi Huang henüz hayattayken MÖ 246 yılında başlanan mezarının inşası 30 küsür yıl sürmüş, inşaatta 700 bin kişi çalıştırılmış. Bütün çaba öldüğünde yalnız gömülmemek, neyse insan evladıymış da diğer birçoğu gibi bütün saray ahalisini benimle gömün dememiş, cansız bir ordu yaptırmış, ölünce onunla birlikte gömülmek üzere. İşin ilginci hepsinin boyu-posu, yüz ifadesi, kıyafeti, silahı birbirinden farklı, yani kalıp değil bunlar, teker teker üzerlerinde çalışılmış yüzlerce heykel. Daha da çıkartılmayı bekleyen yüzlercesi var… Kimi atlı, kimi ayakta, kimi çömelmiş… 1920’lerde bir köylü toprağı sürerken tesadüfen bulmuş bunları ve yetkililere bildirmiş… Bunların yetkilileri de ilginç “Hamamdır o hamam” demeyip hemen kazılara başlamışlar… Kapatsana üstünü, AVM yaparsın… Tam da bizim “Her yer Taksim, Her yer direniş” döneminde buradayız ve Duran Adam konuşuluyor her tarafta… Buyurun yüzlerce duran adam size… Çıkışta bir de fotoğraf panosunda burayı ziyaret eden yetkililer arasında Abdullah Gül’ün fotoğrafını göstermez mi Can Bey, buyurun Abdullan Gül Duran Adam görmeye gelmiş binlerce kilometreden…

P1160646 P1160669 P1160689 P1160695 P1160753P1160714  P1160770 P1160784 P1160793

Tabi heykeller ışıktan zarar görmesin diye ortam loş, kalabalık, Uras çabucak sıkıldı… Biz stadyum gibi düzenlenmiş alanda çepeçevre gezerken arada bunu arabasında bırakıp fotoğraflar çekerken Çinliler de bunun fotoğraflarını çekiyor… Yandaki bir başka bölümde de bronz arabaların sergilendiği bir alan var, o tarafa geçip onları da inceliyoruz. Boyutları küçük ve cam bölmede sergileniyorlar ama gerçekten etkileyici… Dışarı çıktık ve buluşma bölgesine giderken Uras’ı da saldık çayıra Mevlam kayıra… Buluşma yerinde gölge bir yerde çamlardan dökülen iğnelerle oynadı epeyce… Gitme vakti gelince yine küçük bir kıyamet… Dönüş yolunda yiyecek, içecek ve hatıra eşyaları satılan bir sürü dükkan ve tezgah var, onların aralarından geçerek yürüyoruz. Uras ne arabasına biniyor ne de yürümek istiyor, neyse ikimiz iki elinden tutup “1-2-3 hoooppaa” diye hoplata zıplata götürüyoruz uzunca yolu… Can Bey buradan birşey almayın, hepsini yarın Xian’da bulursunuz demişti. Dediği kadar da varmış, yolda bir satıcıyla bir hatıra eşyası pazarlığı yapan bir kadın, parayı veriyor ama adam pazarlığa konu olan iki üründen birini veriyor. Kadın malı ver diyor, vermiyor, paramı geri ver diyor, onu da vermiyor… Neyse kadın sesini yükseltince biz gittik, Can Bey’e seslendik ama o arada adam durumun b.ka sardığını fark edip diğerini de veriyor…

Tekrar otobüsümüzdeyiz. Dönüş yolunda da İmparator Mezarları belgeselini izliyoruz. Önceki imparatorlar öldüğünde tüm maiyeti ile birlikte gömülüyormuş. Tüm akraba, çalışan kim var kim yoksa cümbür cemaat gidiyor… Kimi zaten gönüllü gidiyormuş, olmayan da zorla.. E öyle olduktan sonra yiğitlik bende kalsın diyordur zaten… Yolda Uras’ın izin verdiği ölçüde uyukladık yine biraz…

P1160848 P1160907

Akşamüstü şehir merkezindeyiz. Xi’an, Pekin ve Şangay kadar bilindik bir şehir olmamasına karşın oldukça büyük ve güzel bir yer. Hatta Pekin’den daha güzel ve sevimli diyebilirim. Şimdi de Vahşi Kaz Pagodası’nı (kulesini) görmeye gidiyoruz. Aynı zamanda bir Budist tapınağı. Etrafı park, meydan ve güzel caddelerle çevrili. Orada bir saat kadar zamanımız var. Giriş biletle, yanlış hatırlamıyorsam 30 Yuan… Biz içeri girmedik, girenler beğenmiş. Biz etrafta dolaşıp şehrin ve tapınağın hemen yanındaki büyük ve sık ağaçlı parkın fotoğraflarını çektik. Parkın içinde çok değişik heykeller var, piknik yapan bir aile, müşterisini tıraş eden bir berber vs. Sonra tekrar buluşup akşam yemeği için bir otelin restoranına gidiyoruz. Yine alışılagelmiş sistemle gelen yemekleri yerken Uras da kitabıyla oyalandı, fazla huysuzlanmadı. Otobüse geçip kalacağımız otele doğru yola koyulduk. Otel oldukça güzel, odamız ortadaki süs havuzuna bakıyor. Farklı oda ve eşyaları gören Uras yine coştu tabi ama neyse ki biraz sonra o da biz de sızıp kaldık…

27/06/2013 Perşembe (Beşinci gün)

Bugün her zamankinden biraz daha geç kalkılıyor. Kahvaltıda Uras’a birşeyler yedirmeye çalışıyoruz, direne direne yiyor birşeyler… Geç harekete rağmen 15 dakikalık klasik bir gecikme var yine… Bir klasik daha otobüse biner binmez “memeeeeee”, oğlum sus bi yaa… Hava yine çok sıcak, bunaltıyor. Xi’an şehrini çepeçevre saran surları görmeye gidiyoruz. Çıktık surlara, bir saat serbest zaman var. Pek yapılacak birşey yok zaten… Bisiklet ya da elektrikli arabayla tur yapılabiliyor. Grubun bir kısmı elektrikli araba turuna gidiyor. Biz ortalıkta gezip surların ve şehrin fotoğraflarını çekiyoruz. Kırmızı parlak toplardan yapılmış kocaman bir yılan maketi var surların üstünde. Bu yıl Çin takvimine göre Yılan Yılı’ymış… Onun önünde fotoğraf çektiriyoruz. Biraz ileride bir fotoğraf çekimi yapılıyor… Çin’de son trend açık alanda ve şehirlerin ilginç yerlerinde yerel kıyafetlerle fotoğraf çektirmekmiş… Ama bu biraz daha profesyonel bir çekim, kız ve oğlan Çin standartlarının oldukça üzerinde fizik olarak… Ekipman da öyle… Fotoğraf makineleri, ışık yansıtıcılar falan ekipman dediğim, fesatlığın lüzumu yok! 🙂 Hamit de gidip birkaç poz yakalıyor tabi…

P1160910 P1160927  P1160956 P1160960

Surlarda belli aralıklarla kule gibi kapalı alanlar var. Onların da içini geziyoruz. Tam Uras’lık, in merdiven çık merdiven… Buluşma saatine doğru otobüslerin bulunduğu yere indik, bir gölge bulduk… Uras da kendine toprak bir alan buldu ve başladı kendi kendine oynamaya… Arabayla tura çıkanları bekledik biraz da… Sonrasında otobüse binerken yine bir kıyamet koptu… Buradan yeşim taşı atölyesine gidiyoruz. Girişte koca bir Çin haritası asılı, onun önünde Can Bey birşeyler anlatıyor ama Uras öyle bir huysuzlanıyor ki hiç dinleyemiyoruz biz. Bizimkini içeride zaptetmek olanaksız, Hamit otobüsten arabasını alıp oturtup dışarıda takılıyor… Ben içeride bakınıyorum. Yeşim taşı ile ilgili bilgileri de kaçırdık… Bir kolye ucu beğeniyorum ve satın alıp hemen takıyorum… Hayret, grup burada fazla alışveriş yapmıyor, paralar ipekçiye gömüldü anlaşılan… Uras’ı bisküvi ile oyalamaya çalışıyoruz, her yer bisküvi kırıntısı… L Tekrar otobüse binip yemeğe gidiyoruz. Burada sistem değişik, açık büfe şeklinde… Çorba olarak da kremalı mantar çorbası var ve nefis… Uras bile sevdi… Yemeğimizi yedikten sonra yeniden otobüsle yola çıkıyoruz ve Müslüman Mahallesi’ne doğru gidiyoruz.

P1160944 P1170029P1170003

İndiğimiz yer daha sonra buluşacağımız yer… Kapalı yoldan yürüye yürüye bir araya girdik… Mahmutpaşa’ya benziyor burası…  Dar, iki tarafı çeşitli yiyecek, giyecek ve süs eşyaları satan dükkan ve tezgahlarla dolu, üstü tentelerle neredeyse tamamen kapalı bir yol burası… Araç, daha doğrusu otomobil trafiğine kapalı ama bisiklet ve motosikletler uçarcasına geçiyorlar kalabalığın arasından. Zaten Çin’de bisiklet ve motosikletler yaya statüsünde, yayaların girdiği her yere girip kulakları sağır edici klaksonları ile sürekli yayalardan yol istiyorlar, bizdekiler hiç değilse bu kadar yüzsüz değil… Çinliler alışmış herhalde, kimse aldırmıyor, biz çıldırıyoruz tabi… Biraz daha ileride bir araya girince camiye de ulaştık. Etrafta kapalı Müslüman Çinli kadınlar, takkeli ve sakallı Müslüman Çinli erkekler var… Cami Çin mimarisiyle yapılmış, oldukça ilginç tabi. Minaresi daha da ilginç ama ne yazık ki tadilatta, etrafı yarı şeffaf bir malzeme ile kapatılmış ve zar zor görülüyor. Turdan bazıları girip namaz da kıldılar. Biz avluyu gezmekle yetindik. Orada Uras’ın altını da değiştirip çarşıya daldık.

P1170058 P1170063 P1170097 P1170098

Burada ne ararsanız var işte… Terracotta askerlerinin magnetini ve küçük heykelciklerini alıyoruz önce… Sonrasında kendimiz için ve hediyelik tişörtler, Uras’a Çinli bebek kıyafeti aldık. Çok şirin birşey, 30 Yuan, 10 TL’ye aldık… Hava deli gibi sıcak. Ara sokaktan ana caddeye çıktık. Yiyecek satanlar, ızgara yapanlar da var… Bir tanesi sanırım kırlangıç yumurtalarını ortasından bir şiş geçen kalıplara döküp pişirerek yumurta şiş yapıyor mesela… Biraz dolaşıp bir yerde oturup mola veriyoruz, Uras meyveli yoğurdunu yiyor. Caddeyi boydan boya geçip tekrar aralara dalıyoruz. Yine yiyecek satan, motorla ve tuktuk’la gezenlerin fotoğraflarını çekiyoruz. Ardından Davul ve Çan Kulelerinin olduğu caddelere gidip bunları daha yakından görüyoruz. Eskiden bu kuleler sabah mesai başlangıcını akşam da bitimini bildirirmiş. Sonra üzerinde şık mağazaların ve AVM’lerin olduğu bir caddeden geçip tekrar geldik Müslüman Mahallesi’ne…

P1170112 P1170122 P1170132 P1170134 P1170140 P1170155 P1170164 P1170213P1170193

Dükkanların hemen hepsinden aynı güzel Çin melodisi duyuluyor. Bir yerden dondurma bulup aldık… Sonra da buluşma noktasına gittik. Yavaş yavaş toplanıyor grup. Uras arabada sıkılmış, çıkardık… Bağıra bağıra meydandaki birkaç merdiveni çıkıyor, deli gibi dolanıp geri iniyor. Çinliler toplandı, ellerinde kameralar, bizim küçük deliyi çekiyorlar… Çinli küçük bir kızla yanaştılar, herkes birlikte fotoğraflarını çekmeye çalışırken bizimki eğilip öpmez mi bi de kızı… 🙂 Uras’ın Xi’an’ı fethi sırasında bir başka otobüs yanaşıyor yakınımıza… İçinden de başka bir grup Türk iniyor, Tura Turizm’in Çin turu, bizimkini tersten yapıyormuş… Bu sabah onlar da Şangay’dan gelmişler. Hava kötüymüş. Can Bey’in Şangay’daki kardeşinden aldığı haberler de hiç iç açıcı değil. Şangay’da fırtına, yağmur, yer yerinden oynuyormuş. Can Bey yağmura razı da “fırtına olursa burnumuzu bile çıkartamayız” diyor… Zaten gerisi içeride kaldıktan sonra burun çıkmış kaç yazar!

Otobüsümüz geldi ve yerleştik, herkes bayağı bir alış-veriş yapmış burada, eller, kucaklar dolu… Yemeğe gidiyoruz. Yine açık büfe… Dönen servislerin ardından açık büfe iyi geldi bize… Grubun çoğunluğu bu akşamki Tang Hanedanlık Şovu’na gidecek. Bizim hiç ilgimizi çekmedi… Zaten çekse ne olacak, bizde her akşam aynı gösteri: Uras Show… 🙂 Şovun olduğu yer yemek yediğimiz yerin hemen yanıymış. Onlar direkt şova geçerken bizi otobüsle otele bırakıyorlar. Saat erken ve hava henüz erken ama yorulmuşuz. Odaya çıkıp bavullarımızı topluyoruz. Bavulları akşamdan resepsiyonun önüne bırakacağız, onları ayrıca götürüp uçağa toplu olarak verecekler. Biz elimizi kolumuzu sallaya sallaya gidip bineceğiz uçağa… 🙂 Bavul işi bittikten sonra Hamit dışarı çıkalım diyor, ben yorgunum… Otelin olduğu cadde oldukça hareketli bir yer… O çıkıyor ama 15 dakika bile sürmüyor dönmesi… Boğucu sıcağa dayanamamış. Çantaları teslim edip erkenden uyuyoruz. Yarın yine erkenciyiz… 😦

28/06/2013 Cuma (Altıncı gün) Xi’an → Shangai/Şangay (Shanghai Sunrise on the Bund)

Sabah 5:30’da uyandırma servisi acımadan çaldırıyor telefonları… Bavulları geceden verdiğimiz için rahat rahat hazırlanıp iniyoruz. Kahvaltı yine kumanya şeklinde… Can Bey’in ilk günden beri bir uyarısı vardı “odalardan hatıra niyetiyle birşey almayın, kontrol ediyorlar çıkmadan ve parasını istiyorlar” diye… Odalarda ikişer adet küçük su, çay, kahve, bir de günlük kullanım için konulan ufak tefek diş fırçası ve macun, dikiş seti gibi küçük şeyler bu uyarının dışında… Havuz kenarında sandviçlerimizi yiyoruz. Uras bu ara havuzlara takıntılı, havu havu diye gezinip duruyor, özellikle de balıklar varsa çok ilgisin çekiyor.

Kahvaltı faslı bitince otobüse doluşup havaalanına gidiyoruz. Uras yine dört bucak koşup duruyor. Çinli bir arkadaş ediniyor, girilmeyecek her yere girip, geçilmeyecek heryerden geçiyor… Neyse ki çok fazla beklemeden uçağa geçiyoruz. Önceki iç uçuştaki gibi kontroller başka ülkelerin dış uçuşlarından bile daha sıkı… Uçuş yine iki saate yakın… Uras ortamızda, kendisine ait koltukta ve yine kemer bağlamamak konusunda çok kararlı… Bir süre sonra da uyuyakalıyor. Yemek servisi başlıyor. Etli pasta yok! 🙂 Bugünkü yemekler daha yenebilir düzeyde. Ama Hamit etli pasta yok diye üzülüyor, paketini açmadan Türkiye’ye götürecekmiş. Patent alıp Türkiye’de üretecekti herhalde! 🙂

Yolculuk sonunda Şangay’dayız. Bavullarımızı alıp yeni otobüsümüze biniyoruz, yine ilkine göre küçük ve arkada kapı yok.. Hava kapalı ama sıcak… Havaalanından şehre oldukça uzun bir yol var, geniş caddelerde ilerliyoruz… Şangay bir zamanlar küçük bir balıkçı köyüymüş. Şimdi ise çok medern, gökdelenlerle dolu bir dünya şehri. İlk durağımız Yu Yuan Bahçeleri. Ama öncesinde yine yemek faslı var. Bir binanın üçüncü katına çıkıyoruz. Sistem alıştığımız, yemekler kanıksadığımız gibi… Uras mama sandalyesinde birşeyler yiyor bizimle birlikte… Restoranın olduğu klasik Çin mimarisiyle yapılmış binalarla çevrili caddeden yürüyerek iç kısma geçince binalardan görünmeyen, araç trafiği olmayan kocaman bir çarşı meydanına ulaşıyoruz.

P1170245 P1170252 P1170258 P1170262

Sonrasında gezmeye başlıyoruz. Her şehirde kendine özgü sokak satıcıları var. Mesela Pekin’de üfleyince bıyıkları uzayan gözlük-bıyık zımbırtısı satıyordu birçok satıcı, Uras’a almıştık biz de… Xi’an’da çeşitli ebat ve şekillerde uçurtmaları satanlar sürekli önünüzü kesiyordu… Burada da ayakkabılara takılan tekerlekleri satmaya çalışıyor yine kendi ayaklarında tekerlek olan ve etrafınızda dönüp duran satıcılar… Üç çifti 50 Yuan… Bir de birbirinin ardına katlı olara duran aşağı doğru bırakınca düşer gibi olup düşmeyen resimli kartlar… (Tarif de müthiş oldu ama anlatması zor bu Çin icatlarını!) Tabi hepsinden satın alan tur sakinleri var…

Meydanda biraz yürüdükten sonra Çin’e özgü çayların tadım, tanıtım ve satışının yapıldığı bir yere gidiyoruz önce… Orta katında inci satışı var, oraya uğramadan üst kısımdaki çay salonuna geçiliyor. Kızlar çayları tanıtıp yapımını gösterip, tattıracaklar ama bir bakıyoruz ki Uras’ın bir ayağı çorapsız. Nerede becerdiyse çıkartıp atmış. Hamit belki bulurum diye onu aramaya gidiyor. Uras da huysuzlanmaya başlıyor ve ille arabasından inmek istiyor. Çıktığımız yer zaten sıkış-tepiş bir yer, bir sürü masa nasıl sığdırılmışsa içeri, belki de burada imal edilmiştir, masaların bir tarafında anlatımı yapan kızlar, diğer tarafındaki taburelerde de biz… Tüm masalar bize ayrılmış değil bu arada, iki masa bizim gruba ait, diğerlerinde şu an başka grup yok… Duvarlarda raflar var silme çaylarla dolu… Uras’ı tabureye oturtmaya çalışıyorum ama nafile… Can Bey onu alıp aşağı kattaki inci bölümüne iniyor. En ünlü çaydan başlıyorlar anlatmaya, yasemin çayı… Kaç derecede ve kaç dakika demleneceğini anlatıyor kız, sanırsın kimya deneyi, atarsın sıcak suya, renk verince alır içersin işte… 🙂 Yasemin çayını sıcak suya atınca çiçek açılıyor ve çok şık bir görüntü de oluşuyor. Küçücük cam bardaklara koyup tatmamız için ikram ediyor. Tadı gerçekten güzel. Yemeklerden önce dayadıkları çaylara beş basar.

P1170273 P1170281 P1170305 P1170336

O arada Hamit de geliyor, restorana kadar gitmiş ama çorap yok ortada… O da yetişiyor çay tadımına… Ardından değişik çaylarla devam ediyor seramoni: Ginseng çayı, karışık meyve çayı vs… Çay faslı devam ederken Uras da geri geliyor, “kabus geri döndü”! 🙂 Bıraksak ortalığı talan edecek. Zaten oldukça pahalı bulduğumuz çaylardan almaya niyetimiz yok, bu sefer biz Uras’ı alıp bir alt kattaki inci mağazasına iniyoruz. Aşağıda koştururken Uras kafasını tezgahın sivri köşesine çarpıyor, biraz canı yanıyor, çok azıcık da kanıyor. Oradaki kızların oyalansın diye eline verdikleri boncuk kolye de zimmete geçiyor tabi… Pusetine oturtup dışarı çıktık. Meydanın daralan bir noktasında geçit gibi bir yerde binanın girişi… O nedenle meydanın diğer yerlerine göre daha da kalabalık. Hemen karşıda saçma sapan kukla tiyatrosu gibi birşey var ve ona müşteri toplamak için elinde mikrofon olan birisi çığırtkanlık yapıyor. Oyunu da yine o seslendiriyor, görüntü olmasa da sesten belli ne abuk birşey olduğu… Buluşma noktası olarak çay salonunun adres kartı dağıtılıyor herkese…

Binanın altında hediyelik eşya satılan bir dükkan var, toplananların bir kısmı da oraya girince bir türlü toplanamıyoruz. Neyse, tamamen toplanınca yürüme mesafesinde 15 dakika gibi bir sürede Yu Bahçeleri’ndeyiz. Bahçede minik göletler, ilginç şekilli ağaçlar, dekoratif amaçlı nesneler, Çin mimarisini yansıtan yapılar var. Böylesine kalabalık bir merkezde bulmayı beklemeyeceğiniz güzellikte ve büyüklükte bir yer… Birkaç bölümü Can Bey anlatıyor ve serbest zamanda diğer bölümleri de gezebileceğimizi belirtiyor. Uras formunun zirvesinde, bir saniye susmuyor, havuzları ve havuzlardaki kocaman kırmızı balıkları gösterip “kırmızı balııık göldeee” diye şarkılarla oyalamaya çalışıyoruz… Bu sefer de oradan ayrılacağımız zaman kıyameti kopartıyor… Neyse, kabusun ilerleyen dakikalarında serbest zaman yetişiyor imdadımıza… Bahçeyi biraz daha gezip dışarı çıkıyoruz. Demin hızlıca geçtiğimiz, Çin’e özgü binaların bolca görülebildiği, her türlü ürünü bulabileceğiniz tezgah ve dükkanlarla dolu çarşıdayız artık.

Uras bunca azgınlığın sonunda beklendiği üzere uykuya dalıyor. Biz de çatılarının uçları kalkık binaların çatı birleşimlerinin arkasından ufukta görünen gökdelenlerin tezat oluşturan fotoğraflarını çekmeye doyamıyoruz bir türlü… Sonrasında da çarşıyı geziyoruz. Ortalı bir yerde büyükçe bir havuz ya da minikçe bir gölet denilebilecek bir suyun üstünde zig-zag’lar çizen bir köprü var. Hem kötü ruhlar geçemesin, hem de insanlar geçerken yön değiştirdikçe ayrı bir manzara görebilsin diye böyle yapılıyormuş… Köprünün üzeri öyle kalabalık ki biz bebek arabası ile geçerken bayağı zorlanıyoruz. Etrafta hediyelik eşya satanlar var ama Avrupa’daki benzerleri gibi değil… Çay vs. satan marketler, ipek eşyalar, inci satan dükkanlar çoğunlukta… Biz de bunların arasında dolanıyoruz. Bu arada hala Çin’e ait magnet almış da değiliz. En ucuzu 10 Yuan, çok bir paraymış gibi “hmm”, deyip yürüyoruz. Aslında her şeyde öyle deli pazarlıklar oluyor ki, adam arkamızdan 9 Yuan desin diye bekliyoruz galiba… 🙂

Trafik olmayan bölümden çıkıp restoranın olduğu caddeye geçiyoruz. Orada özellikle yolun karşı tarafında yanyana dükkanlarda ipek gecelikler, sabahlıklar ve türlü çeşitli giyim eşyaları satan dükkanlar ağırlıkta… Dün bir yerde görüp beğendiğim ipek geceliği arıyorum. Aynısını bulamıyorum ama kelebekli  eşyalara olan zaafım nedeniyle kelebekli bir gecelik ve Çin yazıları ile süslü bir sabahlığı 100 Yuan’a alıyoruz uzuuuun bir pazarlık sonucunda… Yani adı ipek de gerçekte % kaçı ipek bilemiyoruz artık…

P1170379 P1170397 P1170405 P1170416

Sonra tekrar iç kısma geçiyoruz. Çeşitli şeylerin ızgaralarının yapıldığı yan yana bir çok dükkan görünce Pekin’de gidemediğimiz food market gibi bir yer mi diye bakıyoruz ama heyhat! 16:00’da toplanacağız, bir şey kalmamış, Uras da uyandı o arada… Zaman yaklaştıkça oradan dön, buradan geç derken yine ufak bir kaybolma kabusu sonrası toplanma yerine ulaşıyoruz. Zaten grubun toplanması her zamanki gibi 10-15 dakika gecikmeli… Otobüse gidiyoruz. Önce otele oradan da yemeğe gideceğiz. Akşam 25 Euro’luk tekne gezisi ekstra turu var… Bund bölgesindeki gökdelenlerin ışıklandırılmış hali görülecek. Onların ve karşılarındaki tarihi binaların görüleceği güzel bir gezi olacağını söylüyor Can Bey… Önce katılalım diye düşündük, sonra Hamit aynı görüntüleri karadan da izleyebileceğimizi söyleyince vazgeçtik. Katılmayan bir biz kalmışız sanırım ki otele gidince Can Bey “Eğer siz de katılırsanız yemeği teknede yiyebileceğiz, yoksa limandaki bir restoranda” diyor. Otobüste başkalarının yanında söylememiş baskı hissetmeyelim diye… 🙂 İyi bari, katılalım.

Odaya çıkıyoruz, diğer otellerde de olduğu gibi yine bebek yatağı da var… Bu otel diğerlerinden daha lüks… Manzarası da güzel, o nedenle camlar yere kadar, dokuzuncu kattayız ve Uras bayılıyor o yere kadar camların dibinde dolaşmaya, benim de içim gidiyor! Yan camdan ünlü İnci Kulesi (tv kulesi) de görünüyor hatta… Odanın içi de güzel ama asıl sürpriz tuvalette… Klozetin yanında bir takım tuşların ve ışıkların olduğu bir kontrol paneli var. Klozete doğru giden bir de kablo… Klozet ısıtmalı, ne zaman otursanız sıcacık… Kontrol panelinden seçtiğiniz şekilde arka ya da ön bölümden çalışabilen popo yıkama ünitesi! Ardından da sıcak hava üfleyerek kurutuyor… 🙂 Teknoloji neremize….. Yan bölümde cam bölmeyle ayrılmış ve bir basamak yüksek bir kısımda gömme banyo, yanında da bir pencere var ve manzara süper… Neyse, şu an zamanımız yok, hazırlanıp çıkıyoruz.

Otel limana yakın. Otobüs beş dakikada varıyor liman bölgesine… Restoran mutfağı gibi bir yerin yanındaki alandan geçip tekneye biniyoruz ve hemen yemek salonuna geçiyoruz… Biraz arkalarda masamız, sistem herzamanki gibi… Girişin yanında küçük bir sahne var… İki kişi Çin müzikleri yapıyor… Masanın sahneye bakan kısmına geçtik, Uras’a verilen mama sandalyesini de o şekilde konuşlandırdık. Yemekler gelmeye başladı. Ben kamera ve fotoğraf makinesini alıp, hava kararmadan önceki görüntüleri de kaçırmayalım diye güverteye çıktım. Havaalanında ilk tanıştığımız yalnız gelen eczacı adam (Kızılderili adı gibi oldu, adı Süleyman Sani) orada, o da fotoğraf çekiyor… Birbirimizin makinesini alıp manzarada da çekiyoruz… Birkaç kişi daha geliyor aynı amaçla ve hepsi birer birer makinesini elime tutuşturuyor, bu nedenle çekimlerim ve dönüşüm on dakika kadar gecikiyor! Masadan ilk kalkan ve son dönen de ben oluyorum… 😦

P1170588 P1170597 P1170611 P1170614 P1170620 P1170668 P1170673 P1170708 P1170725 P1170729P1170739 P1170758

Bu sırada içeride program başlamış, Çinli kızlar ilginç kıyafetlerle sahnede dans ediyor… Uras da onları izleyip müzik kesilip selam verilince bir güzel alkışlıyor… Çok hoşuna gidiyor gösteri, gayet mutlu ve yemek de yiyor o neşeyle… Program bir dans gösterisi bir müzik parçası şeklinde sırayla gidiyor. Yemek faslı bittiğinde hava kararmak üzere… Güverteye çıkıyoruz. Gökdelenlerde ışık gösterileri başlamış… İnci kulesi de ışıl ışıl… Samsung binasında I ♥ SH yazısını bekliyoruz fotoğraf çekmek için… Sonunda yakalıyoruz, ardından da Çincesi çıkıyor… Uras dışarı çıkınca huysuz moda geçiyor hem de en üst level’da… Baktık nasıl olsa durmuyor, oturttuk arabasına, kıyameti kopartıyor tabi… Bir de millet akıl vermese, sıkıldı çıkartın falan diye, ulan biz arabaya koyduğumuz için bağırmıyor biz nasıl olsa bağırıyor bari arabada bağırsın diye koyduk oraya.. Bir futbol bir de çocuk büyütme konusunda herkes herşeyi bilir bizde ama ne futbolumuzdan birşey oluyor ne de çocuklarımız dahi oluyor ne hikmetse! Adam bir kere de yanlışlıkla bizim istediğimiz yöne gitse!

P1170766 P1170780 P1170791 P1170792 P1170801 P1170809 P1170812 P1170827 P1170836 P1170838 P1170856 P1170886

Manzara gerçekten süper… En tepesi gazoz açacağı şeklindeki gökdelen bir yanıp bir sönüyor… Karşı kıyıdaki tarihi binalar da ışıl ışıl aydınlatılmış. Bir o tarafa bir bu tarafa koşarak yüzlerce fotoğraf çekiyoruz… Uras eline tutuşturduğum legolarla biraz oyalanıyor… Bu turun en güzel görüntüleri buradaydı… Zaten Şangay da bu turda gezdiğimiz en güzel şehir… 20. yüzyıl başlarında Şangay oldukça kozmopolit bir yermiş. Buraya gelmek için pasaport falan da gerekmediği için bütün maceraperestlerin uğrak yeri olmuş. Can Bey’in anlattığına göre o dönemlerde “Şangaylanmak” diye bir deyim varmış, gece fazla içip sızanlar sabah her şeyleri çalınmış olarak bir gemiye miço olarak satılmış şekilde açabilirmiş gözlerini… Yani Şangaylanmış olarak…

Gezi sonrası otele dönüyoruz. Uras üzerinde kalan potansiyel enerjiyi kinetik enerjiye çevirmekle meşgul… Yatağında bir sorun var, baştan beri var mıydı yoksa şimdi mi becerdi anlayamadık ama Hamit biraz uğraşıp yapamayınca resepsiyonu arıyor ve onlara anlatmaya çalışıyor. Resepsiyon Hamit’in söylediğini İngilizce bilmediği için anlamadığını sanıp şefine bağlıyor ama aslında Hamit’in söyle(yeme)diklerini anlamak için İngilizce bilmek de yetmiyor ki! Neyse, adam birşeyler anlıyor sonuçta ve bir kadınla bir erkek görevli geliyor odaya… O arada Uras konsolun çekmecelerini merdiven gibi kullanarak en üstteki çekmeceye girmekle ve odadaki telefonu açıp “avo avo” demekle meşgul, biz de onun çekmecede fotoğrafını çekmeye çalışmakla… Görevliler de bir süre uğraşıp yapamayınca tamamen söküp yeniden kuruyorlar portatif yatağı…

Uras nihayet uyudu. Biz de manzaralı küvette banyo keyfi yapıyoruz sırayla.. Küvetin yanındaki pencereden manzara seyretmek güzel de, manzaranın da sizi seyrettiğini düşünmek biraz geriyor insanı… İkimiz de özellikle de girip çıkarken saklana, büküle tamamlıyoruz banyoyu ve bunu yapan akıl bu riski hiç düşünmemiş mi diye düşünerek.. Ta ki yarınki banyo öncesi pencerenin üstünde en üste kadar kaldırıldığı için göremediğimiz stor perdeyi fark edene kadar! L

29/06/2013 Cumartesi (Yedinci gün) Şangay

Bu sabah hava kapalı, güneş görünmüyor bile… Kahvaltıya iniyoruz. Uras’ın üstünde Xi’an’dan aldığımız Çinli kostümü var. Bu kıyafetle iyice sevimli oldu bizim sıpa ve kim görse aman nereden aldınız, biz de toruna, yeğene… alalım diye Uras’ı seviyor, Xi’an’da Müslüman Pazarı’nda her mağazada vardı aslında… Kahvaltı bitmeden Uras lobiye gitmek istiyor, orada iki tarafı merdivenli, balkon gibi lobiye bakan bir bölüm var, hiç değiştirmeden ve ara vermeden soldaki merdivenden tırmanıyoruz, balkon gibi bölümde parmaklıkların arasından aşağıda Hamit varsa ona yoksa ortaya el sallıyoruz ve sol merdivenden iniyoruz. Birçok turdan sonra bu sefer nöbet değiştiriyoruz, Hamit onunla çıkıp iniyor, ben aşağıda el sallamaları kabul ediyorum…

P1170920 P1170941

Olağan rötarımızla otobüsümüz hareket edip pek uzak olmayan İnci Kulesi’nin önünde bırakıyor bizi… Bunu çizen mimar, gümüş bir tepsiye dökülen inci tanelerinden esinlenmiş. Kulenin önünde beş dakika kadar bekliyoruz, bu arada yağmur da çiseliyor… Sonra kuyruğa girip asansöre doğru ilerliyoruz. Uras da mesaisine başladı tabi, ille inecek ve biz ne tarafa gidiyorsak o tam tersi yönde son hızla koşturacak… Asansörle çıktığımız yerdeki camla çevrili alanda 360° Şangay manzarası var… Dünden beri Can Bey’in “İnci Kulesi’nde bir sürprizim var” dediği de camdan yapılmış olan zeminmiş meğer, e biz onu biliyorduk zaten, Gülhan Şen gezi programında önce basamamış sonra alışınca da yatıp öyle poz vermişti… Ben gayet rahatım ama Hamit bayağı tırsarak basıyor cama önceleri… Bastığınız yerden yüzlerce metre aşağıda binaları ve hatta gökdelenleri görmek oldukça ilginç… Sabah saatleri olmasına rağmen oldukça kalabalık… Herkes çılgınca bağrışıyor… Oturarak, yatarak, kol ve bacakları havaya kaldırıp yüzde panik bir ifadeyle düşer gibi pozlar veriyor herkes… Ne yazık ki hava yağışlı ve puslu, aşağının görüntüsü çok net görünmüyor çekimlerde… Uras da tam mızırtı modunda, çeke sürükleye onu da sokuyoruz zorla fotoğraf karelerine… Cumartesi olmasına karşın formalı okul çocukları da okul gezisi şeklinde gelmişler, lacivert şort, beyaz gömlek, kırmızı fular… Uras’la fotoğraf çektirmek isteyen Çinliler var, biz de Uras’ı Çinli öğrencilerle yanyana çekmenin derdindeyiz…

P1170979 P1180055 P1180068 P1180281

45 dakika kadar sonra asansörle aşağı iniyoruz. 15 dakika kadar da toparlanmayı bekliyoruz ve o arada Uras fırtına gibi esiyor. Kapalı alanda sergilenen iki arabanın arasında gözden kayboluyor sürekli… Formalı çocuklar ışıklandırılmış Çin Seddi panosunun önünde toplu fotoğraf çektiriyorlar, Uras’ı da yanlarına koyup çekmek istedik ama bizim azgın durur mu, bas bas bağırıyor ve bırakır bırakmaz kurulu yay gibi fırlıyor yerinden… Sonunda çocuklardan biri kapıyor kulpundan da bir iki fotoğraf çekebiliyoruz.

Dışarı çıktığımızda yine yağmur çiseliyor, elimizde otelin şemsiyeleri. Otobüse bindik. Can Bey’in bir ricası var, normalde programımızda ipek fabrikası Şangay’da olduğu halde daha ucuz diye Pekin’dekine götürmüştü. Bu nedenle ortalık biraz karışmış, buradaki firma arıza çıkartmış, acente burada da gidilmesi için diretmiş, “öylesine de olsa bir uğrayalım” diyor… Buradaki fabrikaya gidiyoruz, yine aynı tanıtımı izliyoruz, sonra satış bölümüne geçiliyor, daha doğrusu biz Uras’ın peşindeyken içeride bunlar oluyor… Ama grupta alış-veriş merakı öyle tavanda ki, öylesine falan değil bir saatten fazla kalıyor burada da… Yalnız buranın tekstil bölümünde diğerinden daha güzel ve zevkli ürünler var… Dayanamayıp kendime oldukça pahalı bir fular alıyorum ben de… Tabi kelebekli, pembe-bordo renklerinde… Uras tekstil bölümünde asılı elbiselerin arasına giriyor, çekiştirerek askısından çıkartıyor, görevlinin oynasın diye götürdüğü askı dolu kutuları olduğu gibi boşaltıyor, fabrika pişman olacak “ille de buraya da gelsinler” diye direttiğine, yaşasın kötülük… Can Bey “hiç merak etmeyin, toplarlar, işleri bu” falan diye sakinleştiriyor bizi…

En sonunda mağazadan çıkıp yemeğe gidiyoruz. Yemekten sonra da Şangay’ın ünlü alışveriş caddesi Nanjing’e… Hani her ülke için geçerli bir bir benzetme vardır, Pekin Ankara ise Şangay İstanbul ve her şehir için de deriz ya, Nanjing de Şangay’ın İstiklal Caddesi… Oldukça uzun bir cadde… Bir yere kadar trafiğe kapalı, bir noktadan sonrası açık… Ara sokakta inip yürüyerek caddeye ulaşıyoruz. Güzel, kalabalık, cıvıl cıvıl bir cadde… Etrafta bir sürü mağaza, kafe, AVM var… Trafiğe kapalı bölümde minik tren gibi ama lastik tekerlekli bir araç insanları gezdiriyor. Burada buluşma yeri ve saati verip direkt dağılıyoruz. Önce trafiğe kapalı bölümün sonuna kadar gidip geri dönüyoruz. Sonra diğer tarafa doğru yürümeye başlıyoruz. Beni şaşırtan şey ise turistik eşya satılan hiçbir mağaza yok burada… Avrupa ve Amerika’nın tüm ünlü markalarının mağazaları var… Fiyatlar hiç de ucuz değil ama… Zaten Can Bey’in sık sık tekrarladığı birşey var: “Çin’de marka olan hiçbir şey ucuz değildir” Öyle gerçekten.

P1180334 P1180344 P1180351 P1180386

Hafiften yağmur başlıyor yeniden. Biz de çok katlı AVM’lerden birine girdik… Tamamen çocuk kıyafetleri, gözlükleri ve oyuncak satılan dükkanlardan oluşan bir yer burası. Uras uykuya dalıyor, biz de ona mayo ve çanta bakıyoruz. Dün gezdiğimiz meydanda bir mağazada bir sırt çantası beğenmiştim Uras’a ama Hamit pek beğenmedi. Sonrasında da ne aynısını ne de beğeneceğimiz başka bir çantayı bulamadık bir daha… Çıktığımızda yağmur dinmişti. Çinliler sürekli şemsiyelerle geziyor sanırım, yağmur başlar başlamaz, şak, ortalık rengarenk şemsiye tarlasına dönüyor. Güneş için de yaygın bir şemsiye kullanımı var… Tayland ve Singapur’da da öyleydi… Sarı ırk ya, güneşten daha çabuk etkileniyorlar belki de.. 🙂

Uras’ın uyanmasıyla zaman da yaklaşıyor, biraz daha dolaşıp buluşma yerine yöneliyoruz. Üstü kapalı bir durak var, herkes orada ya oturuyor ya da ayakta duruyor… Çünkü yağmur şiddetini artırdı ve herkes bizim gibi sabah odalardan aldığı şemsiyeleri otobüste bırakmış… Can Bey “Zaten geç kaldık, bekleyemeyiz” diye acele ediyor. Tülay’lar ve Süleyman yoklar… Neyse grup hareketlenirken geliyor herkes. Duraktaki koca grubu görmemiş Tülay, gelmediler dEyip geziniyormuş meğer… 🙂

Şimdi de hedef Yeşim Buda Tapınağı… Büyük bir tapınak ve üst katta kocamaaan bir Yeşim Buda Heykeli var, orada fotoğraf çekmek yasak… Çok da etkileyici gelmedi bana… Bangkok’daki Zümrüt Buda Tapınağı daha küçük olmasına karşın daha güzeldi… Savaş sırasında bir yere saklanıp orada unutulmuş ve sonradan tesadüfen bulunmuş… Hikaye çok tandık, Bangkok’da da aynısını anlatmışlardı… Demek ki bütün değerli Buda heykelleri aynı kaderi paylaşmış… Heykelin önünde bir adam resmini çiziyordu… Aşağı kata indiğimizde Can Bey duvarda antik Çin harflerini gösteren bir pano gösteriyor. Zamanla o kadar çok vuruştan oluşan karakterler oluşmuş ki şu an kullanılan Basitleştirilmiş Çince’ye geçilmiş. Geleneksel Çince ise halen Hong Kong ve Tayvan gibi bazı özerk yönetimlerde kullanılıyormuş…

Ardından bahçede serbest zaman veriliyor. Karşılıklı binaların arasındaki avluda, orta yerde kocaman bir ocak gibi taş yapıda birşeyler yanıyor, tütsünün devasa boyutu olsa gerek… Bazıları içine yanacak birşeyler atarken kimi de tepedeki boşluktan para atmaya çalışıyor, dilek tutuyor herhalde… Bir tanesi o kadar beceriksiz ki 3-4 denemeden sonra boşluktan para geçince sevinçle ellerini kaldırıyor ama para aynı hızla karşıdaki boşluktan geri çıkıyor… 🙂 Yandaki binalardan birinde yine çeşitli biçimlerde dev Buda heykelleri ve sadece Çin Budizm’inde yer alan biri korkunç diğeri normal görünen heykeller var. Kendi inançları gereği bir takım hareketler yapıp dualar eden Budist Çinliler toplanıyor kapıların önünde… Diğer binada ise turuncu kıyafetli Budist rahipler tek sıra halinde içeri girip ayine başlıyorlar. Biraz da onları izledik… Buda’nın gücü mü ne, Uras şu ana kadar sakindi… 🙂 Yavaş yavaş azmaya başlayınca da bisküvi ile biraz daha oyalandı.

P1180498 P1180499 P1180504

Yemeğe kadar bir saat gibi bir zaman var. Yemek yiyeceğimiz yer de nehir kıyısında dün çekimler yaptığımız gökdelenlere bakan bir manzara ve seyir alanının hemen altında… Orada yemeğe kadar serbest zaman veriliyor. Geniş ve süper manzaralı bir yürüyüş parkuru… Ortalık kalabalık… Fotoğraf çekenler, gezenler, etrafı seyredenler yanında nefis güzellikte bir Çinli kız da üzerinde gelinlikle profesyonel çekim yapan bir ekibe poz veriyor… Uras’ı arabasından indirir indirmez ipten kazıktan kurtulmuş gibi koşuşturmaya başlıyor… Tabi kızın fotoğraflarını sadece o ekip değil biz ve bizim gibi birçok kişi de çekiyor. Biz evlilik fotoğrafı diye düşünmüştük ama ortada damat falan yok! Sonra kız bir anda üstündeki gelinliği çıkartıp mini şort ve şıpıdık terlikle kalıyor yine birkaç saniyede başka bir gelinlik benzeri kıyafete bürünüyor… Çekim devam ediyor, show must go on… 🙂

P1180534 P1180540 P1180545 P1180548 P1180553 P1180589 P1180635 P1180642 P1180657

Bu arada Uras’ın Çinli kızlar albümünü genişletme çalışmalarımız da sürüyor… Minik Çinli kızlarla birlikte yakalamaya çalışıyoruz, biz ve onlarca Çinli takipçi… Uras poz sırasında kızları öpüyor, iyice hoşuna gidiyor milletin… Bir kız kolye gibi bir şey veriyor, başka bir kızı kovalıyor, sonunda bir Çinli adamın kontrolünde minik bisikletiyle gezen şirin bir kıza yanaşıyor… Adamın da yardımıyla kızı arkaya itip bizimki bisikleti kullanmaya başlıyor. Kızın ağzı var dili yok, arkada devam ediyor geziye… Tabi bütün bunlar yine onlarca kamera tarafından görüntüleniyor. Özellikle de elindeki dana kadar profesyonel makineyle Uras’ın peşinden ayrılmayan Çinli bir amca muhtemelen en güzel fotoğrafları yakaladı… Yemeğe gitmek için Uras’ı almaya kalkınca yine küçük bir kıyamet koptu tabi…

P1180660 P1180684 P1180704 P1180707 P1180712 P1180739 P1180745 P1180786

Restoranda görüntüler her zamanki gibi… Sonrasında otele döndük. Bu akşam Akrobasi Gösterisi var ekstra olarak. Hamit odada Uras’la kalacak, ben gideceğim. Geçen gün saçma sapan Tang Hanedanlık Şovu’na neredeyse herkes gitti, buna iptal edilmemesi için gereken 10 kişi zar zor toparlandı. Can Bey’in dediğine göre Tang Hanedanlık Şovu’nu erkeklerin %80’i, kadınların %100’ü, Akrobasi Şovunu ise hem kadın hem erkeklerin %100’ü çok beğeniyormuş. Neyse, 10 kişi toplandı ve şova gidildi… Salon buz gibi, yarı yarıya dolu ve tamamı turist ve çekim yasak… Ama kim takar tabi… Gösteri güzel ama beklentim düzeyinde değil, uluslar arası standartlarda daha görkemli bir gösteri bekliyordum… Turistler için hazırlanmış vasat bir gösteriydi. Şapkalı adamların şovu, patenli kızlar, bisikletli kızlar, tabak çeviren kızlar, kaya adamlar vs. şeklinde şovlar içeren gösterinin en etkileyici bölümü en sondaki demir küre içinde son sürat süren 5-6 motosikletlinin gösterisiydi. Ertesi gün Can Bey hiç kimsenin fikrini sormadı, istatistikleri bozmak istemedi sanırım… 🙂 Donmuş vaziyette odaya çıktığımda minik adam çoktan uyumuştu. Sıcacık klozet ve ardından banyo ve kahve keyfi çok iyi geldi… Yarın turumuzun son günü…

30/06/2013 Pazar (Sekizinci gün) Şangay → İstanbul

Turun son gününe geldik işte… Kahvaltının ardından merdiven seansı ile başlıyoruz güne… Bavulları akşamdan toplamıştık, kahvaltıya girmeden otobüse konulmak üzere diğerlerinin yanına bıraktık… Bugün yaklaşık 45 dakikalık mesafedeki Su Köyü’nü gezeceğiz. Bu tur ilan edildiği ve biz satın aldığımızda yedi gece olarak görünüyordu. Aylar sonra bir baktık ki altı geceye düşmüş… Ne oluyor, bir günümüz ne oldu diye aradığımızda, “yanlışlıkla öyle yazılmış, program aynı” falan diye geçiştirildi. Hamit “olur mu ama biz yedi gün diye satın aldık, bunu nasıl telafi edeceksiniz” deyince “rehberimizin orada size bir sürprizi olacak” dediler. Efendim, bu Su Köyü turu aslında tüm turlarda ekstra olduğu halde o yanlışlığa binaen bizim tura normal gezi olarak katılmış güya…

P1180880 P1180890 P1180933 P1180938

Hava güneşli ve oldukça sıcak. Su Köyü’nün girişinde küçük bir tuvalet molası ve tanıtım, sonrasında da altışarlı gruplar halinde teknelere doluşup yapay kanalda tura başlıyoruz. Uras şimdilik normal… Daha doğrusu sürekli mızırtı modunda olduğu için onu normal kabul edersek bugün anormal! Şarkıcı teyzemiz kendini zor tutmuş olacak ki kendini tekneye atar atmaz patlatıyor bir tane… Suyla mı çalışıyor nedir, sulu tekneli ortamlarda veriyor gazı… Neyse ki bizim teknede değil, ses giderek kayboluyor… Hem herkes Uras’ın mızırtısını az mı dinledi, biz de onu dinleriz biraz, uçakta söylemesin yeter… 🙂 Yirmi dakika kadar süren turdan sonra birkaç saat serbest zaman var. Öğlen yemeğini pas geçip akşam limitsiz içki konusunda mutabık kaldı ayyaş grup… 🙂 Zaten buradaki restoranların temizliği konusunda ciddi endişeleri var Can Bey’in, en çok da o nedenle getirdi bu öneriyi sanırım… Nehir ve kanallar arasında hediyelik eşyalar satan minik minik dükkanlar ve ara sokaklarda evler var bu yürüdükçe sonu gelmeyen devasa köyde… Çin’de son günümüz ve hala magnet almadık… Ben panik durumdayım, öğleden sonra fake market turumuz var, Hamit oradan alırız nasıl olsa diyor… Burada fiyatlar daha makul, daha doğrusu pazarlık payı olarak on misli söylemiyorlar, neredeyse gerçek fiyata yakın fiyatlardan açıyorlar kapıyı… Neyse, sonunda paraya kıyıp bir magnet aldık da rahatladık… Ama nedense hep topu 1,5 tl olan magnetten birkaç tane alıp hediyelik getirmeyi akıl edemedik iki büyük bir küçük baş… 🙂

P1180945 P1180952

P1180972 P1180968

P1180962 P1180957

 

Sonrasında çooook kötü kokan birşeyler pişirip satan dükkanların yanından geçiyoruz. Ne olduğunu anlamıyoruz ama berbat görünüyorlar ve kokular da kusturacak kadar korkunç. Sonrasında minik elişi tablolardan aldık… Bunları önceden de görmüştüm ama bugün daha bir sevimli göründüler… Üç tane aldık, çerçeveletince çok güzel olacaklarından eminim… Uras bugün daha sakin genel olarak… Bu arada da uyuyakaldı zaten… Tıngır mıngır gezinirken bir baktık ki buluşma saatine 15-20 dakika kalmış… Ve nerede olduğumuz konusunda fazlaca bir fikrimiz de yok… Oldukça gerilerde bir yerde bir köprüden geçip o iğrenç kokulu dükkanların önünden geldiğimiz istikamete dönmüştük ama onca yürüdüğümüz halde ilk başladığımız ana kanalı göremediğimize göre başka bir koldan gittiğimizi anlayıp bütün yolu gerisin geriye gitmeye karar veriyoruz. Zaten orada bir köprüden geçerken fark ediyoruz ki o koldan devam etsek geldiğimiz başlangıç noktasında kilometrelerce uzakta otobanın başka bir yerine çıkacakmışız.

P1180979 P1190006

P1190023 P1190026

P1190035

Şimdi buluşma noktasından uzaklaşarak önce ilk kanalla birleşme noktasına gitmeli ve sonra o kolu takip ederek tam ters istikamete devam etmeliyiz. Başlıyoruz yine koşturmaya Uras’ın arabasıyla birlikte… Ortalık öyle kalabalık ki, Hamit sürekli “pardooon, pardon” diye bağırarak yol istiyor, anlamayan, duymayan, aldırmayan da Uras’ın arabasının ufak ya da büyük dokunuşuyla uyarıya maruz kalıyor. Sonunda asıl kanalın kenarında ulaşıyoruz ama hem kanter içindeyiz hem de daha o kanalın en başına kadar bir kilometre kadar yolumuz var… Neyse, yarı koşa, yarı yürüye o yolu da geçip buluşma noktasına sadece üç beş dakikalık gecikmeyle varıyoruz. Varıyoruz da ne oluyor, yine yirmi dakikadan fazla gecikenleri bekliyoruz. Ve sonunda otobüsteyiz.

İki gündür Uras otobüsün içinde gezinmeye de başladı… Önlerde oturuyoruz, Uras bir atıyor kendini koridora, artık soluğu nerede alırsa, genelde de en arkalardaki Nalan’ın yanında… İneceğimiz zaman bir bakıyoruz onun kucağında uyumuş bizimki… Yanımızdaki çorbadan yedirdik binbir şaklabanlıkla… Bitince kendini dar attı yine arkaya… Şehre doğru yine trafik ağır aksak ilerliyor. Sonunda fake market’in arka girişindeyiz. Burada üç saat serbest zaman var. Daldık içeri… Burası Pekin’dekinden oldukça farklı… Hangisi daha iyiydi kararsızız… Pekin’deki daha canlı, kalabalık bir pazar havasındaydı… Burası biraz daha düzenli… Dükkanlar yine kapısız bacasız tabi… Elimizde kalan Yuan’ları Dolar’a çevirmeyip burada harcamaya karar vermiştik. Yuppiii…

Önce bütün katları gezip yoklama yapıyoruz. Yine bir gecelik ve fular alıyorum başlangıç olarak… Sıkı bir pazarlık sonrası Uras’a deri bir pilot montu alıyoruz. Sonra çıkıp cadde boyunca yürüyoruz. HM’ye girip bakıyoruz, fiyatlar Türkiye ile aynı… Daha önce beğenip bulamadığım şort mayoyu bulunca Uras’a onu alıyoruz… Hamit kasada beklerken Uras yine epeyce koşturdu… Uras’ı tekrar arabasına oturttuk çıkınca… Çok uzakta olmadığını düşündüğümüz Yu Bahçeleri’nin oradaki çarşıya gidip önceki gün gördüğümüz çantayı almayı düşündük bir ara… Sonra yön tayini ve Çinlilere sorma güçlüğünü göz önüne alarak vazgeçtik. Tekrar fake markete girdik.

Kalan paramızla kendimize Çince yazılı, Umur’a da kung-fu yapan pandaların olduğu tişörtlerden aldık. Sonrasında Tülay’ın aldığı bir çantayı beğenip, pazarlık sonu fiyatı ve dükkanın yerini öğrenip benzeri bir çantayı pazarlığın sonunu önceden söyleyerek aynı fiyata aldım. Buluşma saatine kadar da boş boş dolaştık… Otobüse bindiğimizde herkes parasını son Yuan’ına, enerjisini son kalorisine kadar harcamış durumda… Bizim de cebimizde çok azıcık bir Yuan kalmış… Herkes birbirine aldıklarını gösteriyor, mail adresleri alınıyor, yoğun bir trafik var yolcular arasında… Havaalanı yolunda Çin’deki son yemeğimizi de birkaç bira eşliğinde yiyoruz. Havalimanında son alınanlar bavullara tıkılıyor. Lazım olursa diye Uras’ın şurubunu yanımıza almak için bavulu açıyoruz. Çin’le ilgili bir kitap var yanımızda, Can Bey ilgilenince ona bırakıyoruz, onun da bir kitap yazma düşüncesi varmış, fikir almak istiyor, en azından kötü örnek olur… 🙂

Check’in yapılıyor, bavulları alıyorlar, kontrol onayı gelene dek işlemi bitirmiyorlar, bizden önce birisini kontrol odasına çağırmışlardı… Haber geliyor, bizi de çağırıyorlar… Komik ama önceki yolcunun da bizim de bavul açılıyor ve şüphelendikleri şey son anda bavula sokuşturduğumuz magnetler… Paranoyak bu Çinliler…

Sonraki kontroller de olaylı tabi… Uras’ı Hamit tutuyor ve önce ben geçiyorum çantalarla… Sırt çantasını açtırıyorlar… Uras’ın su bardağı, kapaklı, ağızlıklı, onu açtı ve “iç” diyor görevli… Ben söyleniyorum “niye içiyorum, dökelim bari, nasıl içeyim dolu bardağı bi dikişte” diye… Hamit güvenliğin dış tarafından sesleniyor “tamamını değil, üstünden bir yudum iç ki, su olduğuna inansınlar” diyor, sıvı patlayıcılara karşı standart bir uygulamaymış meğer bu… 🙂 Son kontrolde Uras’ı ille de x-ray’den geçirmek istiyorlar, Hamit kabul etmiyor. Başka bir bölüme götürüyorlar, orada el cihazı ile aranıp geçiyor ve duty free’deyiz… Cebimizdeki son parayla da oradan Baileys alıyoruz, bir Yuan’dan az bir para eksik kalıyor, Hamit kredi kartını uzatıyor, Türk parası ödeyecek halimiz yok ya, görevli “gerek yok” diyor, o da ondan oluyor… 🙂

THY uçağımıza binerken dünkü de olsa bizim gazeteler var, alıyoruz birer tane… Yine Türk’ten çok Çinli var… Bu kez uçak full, bir kişilik bile yer yok… Ama benim yerim orta bölümün en önünde, yani hemen önümde bebek koltuğu takılabilen zamazingolar var… Hamit’in yeri ise tam arkamda… Telefonla bebek koltuğu talebi yaparken de öğrenmiştik ki puset için 11 kilo sınırı var… Akşamın ikinci salaklığına imza atarak gelen host kilosunu sorunca ben atlıyorum Hamit’ten önce 12.5 kilo diye… “Olmaz” diyor adam… Hamit köpürüyor tabi, düzeltmek için başhostese gidiyor, bizimki 11,5 kilo da bilmem ne de diye… Kadın insiyatifini kullanarak çözüm üretiyor, altını yastık ve battaniyelerle doldurup sonra taktırıyor puseti… Hamit’le de yer değiştiriyoruz, o bacağını altına dayayarak destek yapıyor ve bütün gece orada uyuyor bizim minik azgın…

Sabah kahvaltı sırasında Uras için de bebek maması veriyorlar ama Çin malı… Çinliler bile bunu kullanmıyormuş bebekleri için, sırf yabancı mama almak için Hong Kong’a falan gidiyorlarmış. Tabi biz de yedirmiyoruz. Zaten dağıtan görevlinin eşi de Çinliymiş, o da konuyu biliyor ve tavsiye etmiyor, kullandıkları bir madde zararlıymış falan falan işte… Sonunda sabah altıya doğru İstanbul’a iniyoruz. Nasıl olduysa bavullarımız ve Uras’ın arabası de çabucak çıkıyor banttan… Hemen geldiğimiz şekilde önce taksiyle Yeni Bosna’ya, oradan metrobüsle evimize gidiyoruz. Hamit hemen yıkanıp hazırlanıp o gün işe de gidiyor…

Kısa kısa…

Kim kimdir?

-Doktorlar ve ablalar: Nalan anestezi uzmanı, eşi cerrah, ikisinin de ablaları ya da abla dedikleri iki kişi daha var, sevimli tipler… Hele Nalan, Uras’la acayip iyi anlaştı ve çok yardımcı oldu sağolsun…

-Süleyman Sani: Her ay Kappa Tur’la ayrı bir tura katılan gezgin kovboy, yan iş olarak eczacılık yapıyor…

-Tülay ve eşi: Tülay Ankara’da bir okulda edebiyat öğretmeni, eşi doktor… Bizim gibi gezecekleri yer hakkında bilgi toplamayı ve film izlemeyi seven insanlar…

-Mualla-Fatin çifti: Mualla Hanım’ın şen kahkahaları ve Fatin Bey’in Uras’la arasındaki tespih olayı unutulmaz

-Ana-oğul enteresan ikili: İşte turun en garip ikilisi.. Daha doğrusu oğul tipik ergen de anne tuhaf… Daha ilk günden iki Çinli şapkası alıp tüm tur boyunca onlarla gezdiler… Gün geçtikçe de arttı şapkaların sayısı… En son uçağa binerken sekizdi…Kadın boş boş bakan, en basit şeyi bile defalarca ayrı ayrı kişilere soran bir tip… Bir ara yakın koltuklarda oturduk, Tayland’dan benzeri şapkalar aldığımı, uçakta götürmenin zor olduğunu söyledim, sorduğu sorular: “kaça aldınız?”, “hala kullanıyor musunuz?” dumur dumur üstüne… Ben dekoratif amaçlı aldığımı duvara astığımızı söylediğimde “biz kullanmak için aldık” diyor, nerede kullacaksa, tarlada falan herhalde… Tabi en büyük dumur anlama özürlü olduğunu düşündüğümüz kadının da doktor olduğunu öğrenmemiz oldu… Nalan’la ve eşiyle ortak arkadaşlarından bahsediyorlar, 80 darbesinde birkaç yıl ara vermiş falan… Dedim ya, dumurlar silsilesi…

-ÖSYM eski başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan  ve eşi Ayşe Yarımağan Cop: Çok şeker bir ikili

-Diğer yaşlı çift de öyle…

-Teyzeler altılısı: Bu gruptan bizim için unutulmaz olan tabi ki Bahar Hanım’ın TSM konserleri…

*Çin’de çok kafa çektikleri akşamın sabahında hastaneye gidip serum bağlatan çok olurmuş. Hatta kendi facebook benzeri sosyal paylaşım sitelerinde serum yerken fotoğraflarını paylaşıp “bakın amma içtik” muhabbeti yapılırmış.

*En etkilendiğim yer: Terracotta askerleri…

*En içimde kalan: Van Puching’deki food market’i görememek…

*En heyecanlı: Şangay’daki TV kulesinin cam zemininde gezinmek…

*En gereksizler: Bitmek bilmeyen ipek, yeşim taşı, kremci, incici, simitçi-kahveci-gazozcu…

*En unutulmazlar: Çin Seddi ve Şangay gökdelenleri…

*En güzel şehir: Şangay

*En çekilmez: Motorların kaldırım ve yaya yollarında bile bitmek bilmeyen kornaları…

*En komik: Çinli bebeklerin altları açık pantolonları…

*En içimi acıtan: Kremcide adamın elin yakarak kremin işe yaradığını göstermeye çalışması…

*En sinir bozucu: Çinli havaalanı görevlilerinin paranoyaklığı…

*En unutulmaz yemek: Uçaktaki etli pasta 🙂

*En lezzetli yemek: Pekin ördeği…

WordPress.com'da Blog Oluşturun.

Yukarı ↑